Şira...
Arda, babasıyla aynı evde yaşıyordu, ama ilişkileri açısından çok farklı dünyaların insanlarıydılar.
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Arda, babasıyla aynı evde yaşıyordu, ama ilişkileri açısından çok farklı dünyaların insanlarıydılar.
Tokluğunu unutur, açlığına bakar. Açlığının peşinden gider. Aç, açgözlü insan olduğundan değil, dediğim gibi O düşünmez ne bileyim der. Ya bir şeyler yer ya uyur.
"Ruhumuzda iki farklı saksıda, aynı topraklar kullanılarak ekilmiş iki bitki yetiştirdiğimizi varsayalım. Bitkiler ışık, su ve sevgi ile beslenir ve büyürler değil mi? Biz dert çiçeğimizi karanlıkta bırakacağız ve gözyaşlarımızla sulamayacağız. İlgilenmedikçe, üzerinde durmadıkça üzüntümüzün kaynağında ne varsa gün be gün solacak. Belli bir zaman sonra dertlerimizin kuruduğunu
Ellerini öpüp, çağırdığım taksiye bindim. Taksi giderken geri baktığımda annemin ve babamın yere çökmüş vaziyetde ağladıkarını gördüm.
"Doktor Bey, neden bu ses kulak zarımda infilak etmiyor! İçeride su toplayıp iltihaplanmıyor ya da tıkanmıyor. Of Allah'ım of insanın kulağında aynı cümleyle dolaşması ne kadar da asap bozucu! Hayatımdan çıkardım ama maalesef sesi bende kaldı. Gitmiyor sanki yatıya kaldı."
Yüksek bir binanın çatısında yaşam ile ölüm arasında gidip gelen bir karakterin son anlarına tanıklık ediyoruz. İlgisizlik ve sevgisizlikten bitkin düşmüş, bedensel fonksiyonları yavaş yavaş durma noktasına gelmiş bu kişinin içsel yolculuğu, varoluşsal bir krizi gözler önüne seriyor.
Partizanlar sadece geceleyin köylere inerdi. Gündüzleri ormanlarda gizlenir, bir yere gideceklerse karanlık bastıktan sonra yürüyüşlerine başlarlardı. Köylüler önceleri dağlarda partizanların olduğunu bilmiyorlardı. Bulgar askerlerin kontrolündeki karakolları bastıktan, köylere devriyeye çıkan jandarmaları öldürmeye başladıktan sonra duyuldular.
Yoğun kaygı ve fiziksel rahatsızlıkla boğuşan bir karakterin, nefes egzersizleriyle sakinleşme çabasını ve ardından gelen kusma refleksini, iç dünyasındaki çalkantılarla harmanlayarak anlatan, psikolojik gerilim dolu bir sahne.
Kadife perde, çift taraflı kapanmıştı artık. Arkasında kalanlar ezber hayatlardan kendi karakterlerine dönmüşler, önünde olanlar ise oyun süresince attıkları kahkahaların yüzlerinde bıraktığı tebessümle çıkış kapısına doğru ağır ağır ilerliyorlardı.
Temmuzun ortası, tam da sıcağın her şeyi kızıştırdığı ayın tam ortası. Gece yarısının da tam ortasında buluşma kararı almıştı içindeki uhdelerle. Mutfak balkonunun kapısıyla oturduğu odanın penceresi arasında oluşan hava akımında serinlemeye çalışarak, bir yandan düşünüyor bir yandan kaşınıyordu sivrisinek ve yakarcaların ısırdığı kol ve bacakları yüzünden. Sessizliğin
Sanki gözlerinin önünde bir madalyon sallandırılıp hipnoz olmuş bir insan misali ilk bakışta çocuk aynanın içindeyken bir anda avucunda çok iyi bildiği parmakların dokunuşunu hissetti.Elleri hünerli bir düzeneğe sahip çocukla birlikte uğursuz dedesinin sopasının rengindeki koltuğa gittiler.
Ne zaman karşıki pastaneden bir parça börek alsam hep akılama o gelir. Belki de yirmi yıl o küçük kentin en ünlü börekçisi oydu. Küçük, camekânlı bir arabası vardı. Üç tekerleği olduğu halde hiçbir yere gitmedi. O tekerlekler belki de cadde üzerinde on tur bile dönmedi. Beton elektrik direğine
Su
tsunami misali geçmişinin geleceğine kir tutmuş yüzü köhne
hayallerinin barınakları üzerinde yükseldikçe yükseliyordu,
sanki boğuyordu onu. Sudan çıkmalıydı, hemen çıkmalıydı
yoksa çok sevdiği gerçek onu öldürecekti.
Çağların ötesinden süzülen,insanın önemsenmediği,duygu,tutku,eğilim kelimelerinin olmadığı bir diyar,bilginin bilgisizlerin kucağında boğulduğu...
Çocukların çocuk dünyasında oynadığı,her zaman mutlu olmayı becerdiği sokaklar...
Reşat Nuri Güntekin