Örümcek Görüşü
dünyayı anlamaya, görmeye başladığım ilk an buydu.örümcek bana çok şey gösterdi.
"“Yazarlık, her gün defalarca kendi deliliğinle yüzleşme sanatıdır; en azından kahvenin bittiği anlarda.” – Franz Kafka"
"“Yazarlık, her gün defalarca kendi deliliğinle yüzleşme sanatıdır; en azından kahvenin bittiği anlarda.” – Franz Kafka"
dünyayı anlamaya, görmeye başladığım ilk an buydu.örümcek bana çok şey gösterdi.
"Düşündükçe derinleşiyor senden geriye kalan yara. Anladım. İnsan bir kere reddedilince anlamalı. Ama keşke daha önce anlasaydım beni bu kadar önyargılı dinlediğini. Görseydim bana ördüğün duvarları. Sarılacak yeni şeyler bul demiştin. Çok ağrıyınca sol bacağıma ve ağrımadığı zamanlarda ağrısız zamanlarıma bile sarılıyorum. Bilmiyorsun. "
Yazı yazarken kalemi değil, duygularımızı kullanırız..
Alnı cama dayalı genç adam, sokağı seyrediyor. Fersiz ve yorgun gözlerinin izin verdiği mesafeye kadar hemen her geleni geçeni izliyor genç adam. Gözleri ile sokağın başında başlayan bu eşlik ediş, kendi evinin önünde devam edip mahalle bakkalında son buluyor.
İşte üniversite döneminde yazdığım bir öykü; ama bana sorarsanız lisedeki öykülerim bu öykümden çok daha özgündü.
Her sabah gördüğü ve fakat bugün nedense göremediği, mezar kazıcısı mı yoksa mezarlık dilencisi mi olduğunu bir türlü kestiremediği, paspal kılıklı, kısa boylu, biçimsiz suratlı adam neredeydi acaba. Hiç usanmadan, çekinmeden, mezarlığın önünden geçen herkese el açar, para ister, ne dediği pek anlaşılmazdı. Zaman zaman da kendisi gibi
Beklentilerini sınırlandırmakta uzmanlaşmıştı. Erekleri çoksa da gerçekleşmesi olanaksız olanlarından hep kaçınmıştı. Düşlerini denetleyebiliyordu. Denetleyebiliyordu.
"nereye gitmek istersiniz?" diye sordu adam.
kadın cevapladı: cennete...
bu bir amerikan aksiyon filmi olsaydı: adam, çok yakışıklı, atletik, delici bakışlı, karizmatik;
hatun da, güzel, iyi bir kariyere sahip olmanın verdiği özgüven ve tarza sahip olurdu.
hava: güneşli, buram buram
bir dizinin bri bölümünde karşılaştırılmıştı çöl ve deniz. ikisi de kocamandı. ikisinin de kendine göre fırtınaları vardı. ikisinde de ancak ve ancak olduğu kadardı insan. daha ötesi değil. düşlerimi denize tutsak ettiğim bir zamanda aklıma gelenleri aşağıdaki yazıda bulacaksın. ve ben! sana hiç bir şey için söz vermiyorum.
Ben çıkıp hava alır,beklerim düşüncesiyle dışarı çıkmıştımki “Gel lan buraya” biri beni yakamdan yakalayıp karanlık bir yerde diz üstü çöktürüp başımada silahı dayadı.
Bir yağmur düştü toprağa önce, topraktaki bitkiler çiçek açtı. Tanrı, tüm cömertliğiyle yaklaştı bize. Ve sizler büyüdünüz, bizleri her geçen gün küçülterek...
Bende “Sıhhatler olsun” derdim. “Sağ ol delikanlı” der demez elini cebine atar bir on kuruşu elime sıkıştırırdı...
Sonbahar rüzgârları başladığında annesinin sıcak nefesini hissetmek, ona sokulmak mutlu ederdi genç kızı, içi ürpererek daha bir sokulurdu annesine.