Bir Lokma Düş
Annesi sürekli "kurtulacaksın" diyordu.
Bir süre sonra annesini de duyamaz oldu.
Çok küçüktü o zaman anlamadı.
Kurtuldu.
Büyüdü, büyüdükçe anladı.
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Annesi sürekli "kurtulacaksın" diyordu.
Bir süre sonra annesini de duyamaz oldu.
Çok küçüktü o zaman anlamadı.
Kurtuldu.
Büyüdü, büyüdükçe anladı.
Tanrım, annem bu akşam beni okuldan almaya lütfen gelmesin dedirten öylesi zamanlar işte
Ü… Duygusal bir kızdı, hassas ve kırılgandı, kimseye kötü bir söz söylemez, söylenen yerden de uzaklaşırdı. Yumuşak, nazik davranışlarıyla herkese kendini sevdirmişti. Çok anlayışlıydı. Onun gülümsemesine herkes hayrandı. Çünkü gülümsediği zaman oradan kötü olan her şey uzaklaşıyordu. Bir huzur basıyordu her yeri…
Sonbahar rüzgârları başladığında annesinin sıcak nefesini hissetmek, ona sokulmak mutlu ederdi genç kızı, içi ürpererek daha bir sokulurdu annesine.
Babamın vücudundan akan kanlara gebe olan bulutların taşıdığı ıstırap havasını kaldıramayacak kadar küçüktü yüreğim. Henüz hiçbir şeyi idrak edemeyecek kadar manasız ve tenhaydı içimdeki mücerret denizi. Ne annemin yorgun ve kurumuş gözlerinin altındaki endişeyi anladım ne de babamın al bayrağa sarılmış çıplak tabutunun içinde ki yüksek kudreti. Benim
Kurt bir Merotel’in Recep/siyon/ unda görev almaya kadar yükselmiş. Siyon kardeşleri bunu bağırlarına basmışlar ya gerisi kolay. Basamakları çifter çifter atlayarak yükselmiş. Burada gelen evrak giden evrak, gelir gider, geçer gider işin raconunu öğrenmiş.
Hastane binalarının karanlık koridorları el ele uzanmış mezar taşlarını andırıyordu. Küçücük bedenlere gizlenmiş hastalıklar o koridora girince kafese tıkılmış bir maymunmuşçasına ürkek ve kararsız davranıyordu. Aylarca orada yaşamak zorunda kalan çaresiz çocuklar adeta güneş görmemiş meyveler gibi eksik ve yaralı olarak olgunlaşmak zorunda kalıyordu.
Ne kadar geniş bir otlaktı burası. Neredeyse diz kapaklarına dek yükselen otlar arasında iki kardeş, bir birlerine baka kaldılar. Vakit bir hayli geç olmuştu. Çiftlik evine dönmekle, önlerinde güneşin battığı yöne doğru uzayıp giden çayırlığı keşfetmek arasında ikilemde kalmışlardı. Gittikçe kuvvetlenen esinti, yemyeşil çimenleri bir oraya bir buraya
çığlıklar içinde sudan çıkmak için birbirleri ile yarışıyormuş sanki, iki yaban ördeği havalanmış, üç timsah sudan kendini dışarıya can havli ile atmış, bir kunduz kıyıya çıkarken beş balık sudan zıplayarak toprağın üstünde çırpınmaya başlamış, kocaman bir su yılanı kıvrıla kıvrıla otların arasından son bir umut der gibi kendini
Karargah çadırının içinde, sabırsızlık hakimdi. Askeri yetkililerin dışında, siyasi yetkililer ve hukuk temsilcileri de bulunmaktaydı...
Bin altına, yeşim taşından bir havan eli satın aldım. / Yüreğim saygı duygularıyla dolu senin evine getiriyorum.
Beni gerçekten seviyorsan, Tanrı'nın iksirini bu havan eliyle kendin döv.
Bir Çin Hikayesi / Sadık Tilki Kadın
trene binmek, geride bırakılan şehir, gidilen şehir, üzerine bir yazı.