Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu On yılda bir yaptığı listeyi bir kez daha kontrol etti. Tango öğrenilecek maddesini ikinci sıraya alıp, başa Astor Piazzolla dinlenecek şıkkını koydu. İçi rahat etti. Eveeet, ancak bunları yaptıktan sonra ölünebilirdi. Arkaya koltuğuna yaslandı ve kendini müziğin koynuna bıraktı. Sahnedeki adam, piyanoyla bütünleşmiş. Sanki salona yayılan notalar piyanodan değil, koca bir orkestradan çıkıyor. Caz ezgilerinin, bandeneon tınılarına karıştığı, oradan klasik esintilere uzandığı müziği bir yerlere oturtabilmek ne mümkün. Zaten gerek de yok. Bu ancak olsa olsa Astor Piazzola olabilir. Caz ile klasik müzik birlikteliğinin, Arjantin’in arka sokaklarındaki evliliğinden olan yasak aşkın meyvesi. İşte, Piazzolla, Piazzolladır. Bu kadar basit. Bunu, içinde duyumsayabilenlerin müziği. Havada uçuşan notaları yakalayanlar, hayatın özünü bu kadar yalın biçimde kavramaktan mutlu, kendini müziğin akışına bırakmışlar. Adamın parmaklarının altında kayan tuşlardan hayat bulan notalar salona yayılırken, İzmir Sanat Büyük Salonun duvarları yavaş yavaş eriyor ve yerini Arjantin’de bir arka sokağa bırakıyor. Müzisyenler, kabadayılar, sokak kadınları, hayata kenarından tutunmaya çalışanlar. Müzikten sarhoş, pistte dönen ve toplumsal bir ayini gerçekleştirircesine eğilen bükülen ve birbiri içinde kaybolan vücutlar. 1900’lerin başı. Kuralların yıkıldığı, yeni bir dünya anlayışının ayak seslerinin duyulduğu yüzyıl. Ve bu yüzyılın başında, Arjantin’de bir bar. Sigara dumanları arasındaki loşlukta pistte dönen kadın ve adamlar. Artık dünyanın ve kuralların hiç bir önemi yok. Bandeneonların sesine karışan notalarda eriyen tek gerçek, havaya hakim olan ‘tutku’ ve burada tutkunun rengi ‘kırmızı’. Hepsinin iç içe eridiği tek gerçekse Tango. Pistte birbirinin uzantısına dönüşen vücutlar, çölde susuz kalmış birinin kana kana su içmesi gibi tutunuyorlar notalara. Müziğin akışına kendini kaptıranlar, işte bu nedenle sanki bütün hayatları buna bağlıymışçasına dans ediyor. Çünkü burada hayatın özü Tango. Su gibi kayıp giden adımların teklemesine imkan yok. Bu, soluk alıp vermek gibi bir şey. Öylesine doğal. Eşyanın tabiatı gereği, giderek müzik ve dans ilahi bir tapınmaya dönüşüyor. Kadın ve erkeği kendi dünyasına çekiyor. Orada müzik ve tınılarla ustalıkla yoğurduktan sonra, kabuklarını yırtarak tekrar kendi özgün biçimlerine dönüştürüyor. Birden notalar susuyor. Ritim ve notaların kırıldığı an. Çaresiz notalar köşelere kaçışıyor. Havada bir anlık boşluk. Boenos Aires’in arka sokaklarından, İzmir Sanat Büyük Salon’a dönüyoruz. Piyano çalan adam bir an soluklanıyor. Majörlerle minörlerin arkadaşlığı bir an için bitiyor. Dans edenler, derin bir soluklanıyorlar. Kısa süreli ayrılıklarda, ayaklar küskün ve bitap. Dans pisti terk edilmiş ve boş. Derken adam yine koca bir orkestrayı sığdırdığı piyanonun tuşları üzerinde dolanmaya başlıyor. Birbirini takip eden adımlar müziği kutsarken, dans pisti eski canlılığına kavuşuyor. Bükülen, kıvrılan, akışkan bir sıvının içinde zarif bir biçimde süzülen bedenlerin oluşturduğu tablo, uzakta kalan masal ülkesinin naif bir aksi gibi duruyor. Ve nihayet sihirli bir değnekten yayılan pırıltılı notaların oluşturduğu müziğin ahengine kendilerini kaptıranlar, masal ülkesine açılan kapıda buluşuyorlar. Ve Tango yeniden başlıyor. Ve bir an kadar kısa, ve bin yıl kadar uzun bir süre sonra, notaların da ömrü bitiyor. Adını koyamadığımız bir zamanda, Arjantin’in arka sokaklarındaki o barda, kadınlar ve erkekler hala dans pistinde kayıp giderlerken, suretleri yavaş yavaş silikleşiyor. Notalar usul usul hafifleyerek, dans edenlerin ve orkestranın üzerine bir tül yumuşaklığında iniyor. Uzaklaşan bir hayalin yerini giderek belirginleşen İzmir Sanat Büyük Salon’un duvarları alıyor. Alkışlar eşliğinde, Mehmet Okonşar seyircileri selamlarken, Tango’nun ve müziğin büyüsünden sersemlemiş olanlar, Arjantin’den İzmir’e savrulmayı hazmetmeye çalışıyor. Ağzında tadına bir türlü doyamadığı kremalı pastanın lezzetini duyumsayan çocuklar gibi halinden hem hoşnut hem de adlandıramadığı biçimde biraz kırık, oturduğu koltukta doğruldu. Yavaş yavaş yerinden kalktı. Çıkışa doğru yönelirken, listeyi bir kez daha kontrol etti. Tamam dedi. Evet, Astor Piazzolla dinlenecek, Tango öğrenilecek ve sonra da ölünecek... Yüreği ve benliğinin bir parçasını hala, o Tango yapılan masal ülkesinde bırakanlara küçük bir not. Mehmet Okonşar’ın, Astor Piazzolla’nın eserlerinden uyarladığı Tango CD’si piyasaya çıktı. 16 ayrı eserin bulunduğu çalışma, dinleyenleri Astor Piazzolla’nın ülkesine ve zamansız bir anda, hala dans edilen o bara geri götürüyor. Ağzındaki kremalı pastanın tadını duyumsayan ve yüreklerindeki çocuk saflığını hala koruyanlar için…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |