Prensiplerden hoşlanmam. Önyargıları yeğlerim. Daha içtenler. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Bebeğin ana rahmine düşmüş olduğu andan itibaren, doğrudan anne ve babanın genlerine ve yaşam şekline göre karakter benzemesi başlar. Bazı durumlarda ise her iki atanın, uzak veya yakın akrabalarından herhangi birisinin gen yapısına çektiği de görülmektedir. Ve ikinci bir önemli nokta, bu aşamaya kadar anne ve babanın, yaşamış oldukları tüm olumlu ve olumsuz olaylarla birlikte, beslenme şekilleri bebeğin fiziksel, duygu ve ruhsal yapısına en büyük etkiyi gösteren temel etkenlerdir. Ana rahmi bebekler için adeta bir deniz misalidir. Nasıl ki, yağmur ve rüzgarların etkisiyle çevredeki birçok katı ve sıvı maddeler, en son denizin içerisinde birikip, burada toprak, hava ve güneş gibi doğal elementlerin etkisiyle, yeniden farklı maddeler ve türlü canlılar meydana geliyorsa, ana rahmi de bebekler için tam bu özelliğe sahiptir. Örneğin anne ve baba yağmur, rüzgâr ve sular gibi birçok şeyi kendisine doğru çekip beslenme, gezme, gülme, stres, ağlama gibi duygusal, sosyal ve siyasal aktiviteler, bebekte mevcut olacak tüm özelliklerin ana kaynağı durumundadır. Ancak burada bebek her yönüyle anneden doğrudan etkilenirken, babadan ise biraz daha dolaylı şekilde gerçekleşmektedir. Çünkü bebek ana rahminde göbek bağı vasıtasıyla beslendiği için, tüm gelişimi annenin ruhsal yapısına doğrudan bağlıdır. Babanın ki ise gen yapısının dışında, başta eşi olmak üzere, aile ve çevreyle kurmuş olduğu tüm ilişkiler dolaylı şekilde bebeğe yansır. Her zaman sağlıklı beslenip, huzurlu rahat bir yaşam sürdüren annelerin bebekleri, yüzde doksan dokuz sağlıklı şekilde doğmaktadırlar. Buraya kadar ana rahmindeki bebeğin daha çok biyolojik etkilenmesini özetledikten sonra, ikinci sırada bebeğin karakterini belirleyen temel nüvelerden duygu, zeka, his, düşünce ve bilinç yapısının, anne ve babanın sahip oldukları sosyal ve siyasal yaşamdan nasıl etkilendiği ayrı bir önem taşımaktadır. İnsan karakterinin oluşumu, bir altın cevherine benzemektedir. Nasıl ki, altın cevherini her zaman ve her yerde en iyi şekilde kullanabilmek için, içerisine bakır ve gümüş benzeri alaşımlar katılarak en beğenilir şekle getiriliyorsa, insan karakteri de buna benzer bir alaşımla meydana gelmektedir. Bir bebeğin karakterinin alaşımı, anne ve babasının çocukluklarından evlendiği döneme kadar, yaşamış olduğu aile konumu, ekonomik yapı, siyasi, dini, eğitim ve tüm sosyal faktörlerden oluşmaktadır. Şimdi bu alaşımlar olarak nitelendirdiğimiz faktörlerin, yaşanış ve yansıma biçimlerine daha yakından bakmaya çalışalım. 1-Anne ve Babanın Yaşadığı Çevrenin Etkisi: Dünyaya yeni doğacak bir bebek için, ailesinin normal insani ölçülerde yaşayacağı uygun bir ev ortamına sahip olması, her şeyin başında gelmektedir. Çünkü temiz, gürültüsüz, stressiz ve sosyal koşullara uygun yapılmış bir evde yaşamak, bir anne için en güvenli ortam demektir. Bu da bebeğin fiziksel ve ruhsal yapısına olumlu şekilde en büyük etkiye sahiptir. Türkiye’de insanların yaşamış oldukları ev, çevre, sosyal ve sağlık üzerinde ciddi bir inceleme yapıldığın da, şöyle bir gerçekle karşılaşılmaktadır. Türkiye nüfusunun %85’lik oranı köy ve kasabalar başta olmak üzere, şehirlerin büyük bir bölümünde belirtilen standartlara uygun yaşam şartları bulunmamaktadır. Yaşanan mekanların bazılarında alt yapı olsa, çevre temizliği ve sosyal alan yoktur; bazılarında ise doğal olan çevresel imkanlara rağmen, eğitim, sosyal ve kültürel faaliyetler bulunmamaktadır. Böyle bir çevresel ortamla ana rahminde şekillenen bebeğin, mutlaka ya fiziksel veya bilincinde birtakım eksiklikler görülmektedir. Bu eksikliklerin bazıları ileride iyi bir eğimle telefi edilirken, bazılarının telafisi ise mümkün olmamaktadır. Karakterin şekillenmesinde birinci olumsuzluk buradan başlamaktadır. 2-Anne ve Banın Eğitim Yapısı: İnsanı; hayvani duygu ve özelliklerden ayıran en önemli sosyal yapı eğitimdir. İstisnaların dışında iyi bir eğitim almamış her insan, yarım akıllı şekilde yaşamaktadır. Onun için verilen eğitimin seviyesi ve özellikleri her çağın koşullarına göre değişip modernize edilmedikçe, insanlar yarım zekalı şekilde yaşıyor demektir. Türkiye’nin eğitim yapısı hâlâ Ortaçağ mantığına göre sürdürüldüğü için, toplumun çoğunluğunun yarı zekalı olduğunu söylemek haksızlık ve hakaret değildir. Bir ülkede Yüksekokul mezunu insanlar ne kadar çoksa, o toplum biraz daha kültürlü sayılmaktadır. Ancak bu da eğitimle verilen bilgilerin niteliğine, kapsamlılığına ve bilimselliğine bağlıdır. Örneğin Türkiye’de 2013 yılında yapılan istatistiklere göre, Yüksekokul mezunu insanların oranı %11dir. Diğer %89’luk oransa İlköğretim ve Lise mezunu olsa da, çoğu insan İlköğretim seviyesindeki bilgiye sahiptir. Benzer durum birçok Yüksekokul için de geçerlidir. Avrupa ülkelerinde Yüksekokul mezunlarının oranıysa % 37 ve 39 dur. Ortaçağ eğitim kalıbı içerisinde kalan anne ve babaların, ana rahmindeki bebeğinin duygu ve bilinç hücreleri doğal olarak o doğrultuda şekil almaktadır. Ve bebek daha sonraki yaşamında, kişilik oluşumunu çağın koşullarına göre bir türlü tamamlayamadığı için sürekli namus, din, kültür, sosyal, siyasal ve ekonomik çatışmalarla hayatını devam ettirmektedir. Bu da ülke toplumunun yarı zekalı olduğunun en büyük kanıtıdır. Bir insanın ya da bir toplumun zekalı ve tahsilli olması, o toplumun akıllı olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü Akıllılık; sağlam ve geniş kapsamlı genel kültüre sahip olmakla ortaya çıkan insani bir olgudur. Geniş ve sağlam bir kültüre sahip olmayan zekalı ve tahsilli insanların, sürekli tehlike yaratma potansiyelleri daha yüksek olduğundan, ikinci olumsuzlukta bu şekilde gerçekleşmektedir. 3-Dini Yapının Etkisi: Din konusunda insanların büyük bir çoğunluğu bilerek ya da bilmeden çok yanlış yaşamaktadırlar. Örneğin istisnaların dışında her düşüncede olduğu gibi, her din de ilk ve temel çıkış noktasında, insana ve insanlığa büyük bir hizmet amacıyla var olurlar. Ve bunun ideolojik yapısı ise, Allaha inanmakla birlikte insanlığı rencide etmeden, paylaşımcı ve mütevazi bir şekilde yaşamaktır. Buraya kadar her şey çok güzel. Fakat insanın egoizmine bağlı duygu, düşünce ve gerçek hayatın dayatmaları, bu dini vb. ideolojileri tamamen boşa çıkarmaktadır. Çünkü insanlar büyük bir yarış içerisinde ben daha çoğuna sahip olmalıyım mantığıyla, büyük bir kıskançlık kriziyle yaşama bakmaktadırlar. Anne ve babaların büyük çoğunluğu da bu tarz bir yaşamın içerisinde olduklarına göre, ana rahmindeki bebeğin hücrelerinin şekil ve hareketlerinde de benzer kurnazlıklar oluşmaktadır. Mütevazi şekilde dindar yaşayan insanlara saygımızı belirttikten sonra, dinci görünen büyük çoğunluğun, en büyük varlıklara sahip olarak yaşamaları iki yüzlülük olduğu gibi, bebeklerinin karakteri de aynı şekilde biçimlenmektedir. Karakter temeli bu şekilde atılmış olan bir bebeğin, yaşam boyu çevireceği hile ve dolaplar asla hesap edilemez. Bu yüzden din ve kutsallara sarılan toplumlar, inanç ve yaşam şekillerini sorgulamadan, asla nitelikli toplumsal yapıya kavuşamazlar. 4-Siyasi Yapının Etkisi: Siyaset olgusu da dini yapı gibi çok karmaşık ve çertefillidir. Çünkü her siyasi düşünce kendisine yakın gördüğü kitlenin mutlu ve huzurlu yaşaması için büyük vaatlerle yola çıkıp, bir sürü politik mücadeleler sonucunda iktidar olurlar. Ve daha sonra yetki ve makamın vermiş olduğu psikolojik hazla, önceden savunmuş olduğu ortak paylaşımcı düşüncelerden, %50 ya da %70 oranında uzaklaştıkları görülmektedir. Bunun birden çok nedeni olsa da asıl gerçek sebep, teoride dile getirilen her düşüncenin gerçek hayata tamamen uymamasıdır. Artı buna bir de insanların egoist, kıskanç ve kariyerist davranmaları eklenince, düşünülen birçok şey havada kalmaktadır. Tam olarak bilimsel ve demokratik olmayan bu tür siyasi yapıların, yönettiği insanların büyük çoğunluğu sürekli aldatılarak yaşarlar. Fazla bir seçeneği olmayan insanların, sistemin bu hilelerinin doğru olduğuna inanarak, büyük bir kitle aidetine sahip olduklarını düşünüp, psikolojik olarak rahatlamaya çalışırlar. Belirtilen siyasi gerçeklik içerisinde yaşayan anne ve babaların, ana rahmine düşen bebeklerinin duygu, düşünce ve bilinç hücreleri de doğal olarak aynı doğrultuda şekillenir. Ve doğacak bebekler ileride hayatın gerçeklerini tanıdıkça, tehlikeli bir kişilik karakteri gösterme ihtimali oldukça yüksektir. Oluşan bu tür toplumsal karakter yapılarında, mütevazilik ve insanlık beklenmek çok zordur. 5-Ekonomik Yapının Etkisi: Dünyanın neresinde olunursa olunsun, bir anne ve baba asgari standartlara uygun ekonomik yaşam gücüne ve güvencesine sahip değilse, bu ailenin duygu (Ruh) bakımından sağlıklı çocuklar doğurması ya da yetiştirmesi asla mümkün değildir. Her anne ve baba normal standartlarda bir yaşam hayal eder. Buna ulaşabilmek için de bilgi, siyasi, dini ve fiziksel gücünü kullanarak sahip olmaya çalışır. İçerisinde yaşanılan ülkenin temel yönetim yapısı hâlâ Ortaçağ mantığından kalma din, dil, etnik ve düşünce feodalizmine bağlı sürekli çatışma içerisinde ise, o toplumun bebeklerinin normal ve sağlıklı bir karakterde doğacağını düşünmek hayalciliktir. Her türlü kaos ve karmaşa içerisinde ana rahminde şekillenen bebekler, doğal olarak anne ve babanın yaşadığı bu ekonomik sıkıntılardan derinden etkilenirler. Ve bu etki yaşamının her evresinde agresif çatışmacı, yarışmacı, egoist ve kıskançlık şeklinde kendisini gösterir. Onun için sağlıklı, akıllı ve zeki toplum yaratmanın tek yolu, tüm ailelerin insani ölçülerde maddi ve manevi yaşam güvencesinin olduğu barışçıl bir devlet sisteminde ancak mümkündür. Sağlıklı, siyasi ve kültürel barışın olmadığı toplumlarda, bebekler ya fiziksel veya bilinçsel olarak sakat doğmaktadırlar. İşte bebeğin ana karnında etkilenme şekli kısaca bunlardan ibarettir diyebiliriz. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |