Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Aydınlar toplumların beyni, bilinci, gözü, kulağı ve dili demektir. Nasıl ki bir toplumun sağlıklı ve temiz yaşaması, o toplumun içerisinden çıkan Doktorların bilgi ve hizmet anlayışına bağlıysa, insanların doğu ve bilinçli yaşaması da, gerçek Aydınların varlığına bağlıdır. Evrensel değerlere sahip Aydın demek; bilgi, birikim ve düşüncesiyle bulunmuş olduğu her toplumda etnik, din, inanç, kültür, düşünce ve menfaat farkı gözetmeden, çevresini bilinçlendirip doğru yaşanmasını sağlayan kişi demektir. Ayrıca gerçek Aydınlar, hangi şart ve koşullarda olursa olsun, özellikle mensup olduğu toplum ve dinin tüm baskı ve sınırlamalarını aşarak, gerçekleri olduğu gibi ortaya koymaktır. İşte tam bu noktada Müslüman ve Türk Aydınlar ile, Batılı toplum Aydınları birbirinden tamamen ayrılmaktadırlar. Özellikle Türkler başta olmak üzere, Müslüman ülkelerde Aydın sayılanların büyük bir çoğunluğu, İslam ve devletin belirlemiş olduğu sınırları hiçbir zaman aşamamışlardır. Bu yüzden istisnaların dışında Türk ve Müslüman toplumlar da, “Aydın değil Entelektüellerin” varlığından bahsedilebilir. Aydın ile entelektüeli karıştırmamak gerekir. Batılı toplumların Aydınlarıysa; istisnaların dışında büyük çoğunluğu her türlü risk ve katliamlara rağmen, gerek mensubu oldukları dinin, gerekse devletin tüm sınırlarını aşmayı bilmişlerdir. Bunu nasıl başardıkları, Müslüman Aydınlarınsa nerede tıkanıp kaldıklarını? Daha net anlayabilmek için şu tarihi olaylara bakmak gerekir. Dünyada yapılan tüm Arkeolojik araştırma ve incelemelerde, insanlığın ilk temel kültürel uygarlık değerleri, Sümerlerden itibaren Hindistan, Mezopotamya, Helen ve Anadolu’da başladığını herkes kabul etmektedir. Bu yüzden birçok olumsuzluklara rağmen, yazı bilimi başta olmak üzere aile, tarım, mekanik teknik, ilkel bilim ve toplu yaşam felsefesi, anılan bölge insanları tarafından geliştirilmiştir. Bu gelişmişlik tek tanrılı (Monoteist) dinlerin başlangıç tarihi olan M.Ö.50’li yıllara kadar en parlak dönemini yaşamıştır. Miladi yıllardan itibaren toplumları hâkimiyeti altına alıp yön vermeye başlayan tek tanrılı (Monoteist) dinlerden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet, her geçen gün anılan bölge toplumlarını daha da geriye götürmüşlerdir. O dönemlerde batı ülkeleri ise daha geri ve fakir bir durumda idi. Tek tanrılı dinlerin tüm olumsuzluklarına rağmen, Mezopotamya’da maddi ve kültürel zenginlik, miladi 1500 ve 1700’lere kadar kendini hissettirmeyi sürdürmüştür. Ancak 1500’lerden itibaren, Batılı toplumlar gelişmeye başlarken, Asya Kıtasının birçok ülkesi tam tersine gerileyip fakirleşmiştir. İşte Batılı ülkelerdeki bu akılcı ve temel değişimlerin mimarları, başta Aydınlar olmak üzere, o toplumun kral ve imparatorlarının, anadillerine ve tarihsel geçmişlerine bilinçli şekilde sahip çıkmaları sonucunda başarılmıştır. Batılı Aydınları bu akılcı ve evrensel değerlere sahip kılan en önemli ilkelerse kısaca şunlardır. 1-Kendi öz anadillerine ve bu dille üretilen kültürel değerlere sahip çıkarak ısrarcı iradeyi göstermeleri. 2-Batılı Aydınlar ne olursa olsun, tüm engelleme ve zorluklara karşı, atalarının kültürel değerlerden hiçbir koşulda vaz geçmemişlerdir. 3-İnanmış oldukları din ve bu dinin belirlediği tüm sınırları aşma iradesini göstermeleri. 4-Yaşadıkları ülke veya bölgenin coğrafi ve iklimsel özelliklerinin bilincinde olup, ona göre alternatifler geliştirmiş olmalarıdır. İfade edilen ilkeler çerçevesinden hareket eden Aydınlar, dini felsefeye dayanan anlayışın, toplumları fakirleştirerek geri götürdüğünü, krallara ve halka en iyi şekilde anlatmayı başarmışlardır. Batılı kral ve imparatorlar ilk dönemler Hıristiyanlığın etkisiyle, Aydınların bu düşüncelerine en acımasız şekilde saldırıya geçmiş olsalar da, daha sonra kendi sonlarının da geleceğini fark etmeleri neticesinde, bu defa Aydınlara yardımcı olmaya başlamışlardır. Bir dönemler Avrupa ülkelerinde Aydınları en çok katleden yapı, Hıristiyan dininin Engizisyon mahkemeleri olmuştur. Her türlü acımasızlık karşısında geri adım atmayan Batılı Aydınlar, bir başka Batı ülkesine sığınarak hem canlarını kurtarmışlardır, hem de gittiği ülkelerde çağdaşlık konusunda toplumu aydınlatmayı sürdürmüşlerdir. Aydınların düşüncelerinin, kendileri için de faydalı olacağını gören batılı kral ve hükümdarlar, bu defa Yahudilik ve Hıristiyanlığın çoğu kurallarına uymamışlardır. Böylece kendisine sığınan Aydınları hem korumuşlardır, hem de imkân ve olanaklar tanıyarak felsefi, teknik ve bilimsel icatların gelişmesinin yolunu açmışlardır. Müslüman ülkelerde ise, tam tersine bir durum yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam edilmektedir. Örneğin Müslüman toplumlarda, devlet yönetimine hâkim olan hükümdarlarla birlikte, aydın sayılan entelektüellerin büyük bir çoğunluğu, İslam dininin koymuş olduğu tüm kural ve kaideleri tek ve en büyük kültür olarak görmüşlerdir. Ve Arapçanın dışında diğer tüm dil ve tarihsel değerlerin hepsi ya asimile veya katliamlarla yok edilmiştir. Bağnaz ve milliyetçi bu İslam bakış açısından yola çıkan Müslüman kitleler, her değişimi İslami kural ve kaidelere göre biçimlendirmeleri sonucunda, dünyanın en geri ve fakir toplumları durumundadırlar. İslam’ın bu düşüncesine karşı çıkan istisna bazı Müslüman Aydınlar, yaşadıkları ülkelerden başka devletlere ya sürgün edilmişlerdir veya kaçmak zorunda kalmışlardır. Kendi ülkesinden sürgün olan Müslüman Aydınlar, sığınmış oldukları diğer Müslüman ülkelerin kral ve hanedanları tarafından da, benzer katliam ve baskılara uğramışlardır. Müslüman kral ve hanedanlar, Avrupalı imparatorların yaptıkları gibi temel anadil ve tarihsel kültürlerine sahip çıkmak yerine, her şartta İslam’ı büyütmeleri, aynı zamanda kendi sonlarını da getirmiştir. Belirtilen tehlikeyi gören Müslüman entelektüeller, can korkusuyla tüm iddialarından vazgeçip, İslam ve hanedanlarının söylediklerini tekrar etmekle yetinmeleri neticesinde, asla gerçek Aydın olamamışlardır. Müslüman ülkelerde Aydın sayılanlar, kimlik ve kişilik olarak böyle bir gerçekliğe sahipken, Türkiye Aydını ise belirtilen durumdan daha karmaşık ve anormallik içerisindedir. Türkiye’de gerçek Aydın iki elin parmak sayısı kadardır. Bu yüzden çok fazla bir şeyi değiştirmemektedir. Çünkü Türkiye’de Aydın sayılanların çoğunluğu, devlet sistemi ve İslam’ın her kuralını meşru görüp, Arap kültürüne boyanmış sahte bir ulusal kimlik ve bilinçle yaşamaktadırlar. Onun içindir ki, Anadolu’daki halkların tüm Anadil ve gerçek kültürel değerlerinin üzerleri, bu sözde Aydınlar tarafından kapatılmak için adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Böyle bir anlayışa sahip kişi ve toplumdan, bırakalım Aydın çıkmasını Entelektüel dahi değillerdir. Başta da belirtildiği gibi Aydın kişi; tüm engelleri aşarak düşünce, din, etnik, ülke, felsefe, sınıf ve sınır farkı gözetmeden ışıtıcı, eleştiren ve alternatifler sunan öncü bir kişilik demektir. İfade edilen bu nitelik ve kimliğe uygun, 20 tane Türk ve Müslüman Aydını kim gösterebilir? Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |