Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
İnsan yaşamı boyunca her zaman maddi ve manevi birçok şeye ihtiyaç duyar. Bunları icat etmek için de sürekli düşünür, tartışır, araştırır ve deneme yanılma yöntemiyle bir sonuca varır. Ancak icat edilmek istenen şey, insanın yaşamış olduğu çağın koşullarına ve de insan zekasının gelişim düzeyine bağlıdır. Daha doğrusu insanın bilinç, bilgi ve düşünce kapasitesinin, hareket dalga boylarının niteliklerine göre icatları bulup geliştirir. Örneğin bundan bin yıl önce bir insana televizyon ve bilgisayardan bahsedilmiş olsaydı, bahsedeni şeytan olarak nitelendirip taşlayarak öldürürlerdi. Çağımız da ise telefon ve bilgisayardan uzak yaşamanın neredeyse mümkün olmadığı bir dönemde, insan zekasının eski yapısını yüze katlamış olması, din vb. tabuların artık önemimin kalmadığını kanıtlamaktadır. Onun içindir ki, maddi ve manevi olarak icat edilen her şeyi, dönemine göre değerlendirip önem vermek gerekir. Dönemi geçmiş bir icatta ısrar eden kişi ve toplumların zekâ yapılarında ciddi sorun var demektir. Cennet ve cehennemin icadı yerine, belki de dinlerin icadına felsefi bakış şeklinde düşünülebilir. Ancak buradaki amaç, soyut ve yarı somut anlam taşıyan dinler ile, tamamen soyut olan cennet ve cehennem arasındaki farkı ortaya çıkarmak açısından, böyle bir başlıkta ele alınmıştır. Dinlerin icadıyla ilgili detaylara inmeden, özet olarak şu bilgileri ifade etmek mümkündür. Kim ne şekilde düşünürse düşünsün, dinlerin tüm uygulama, kural ve kaideleri, insan düşüncesinin bir icadıdır. Bazıları Allah’ın emri gözüyle bakarken, bazıları ise insanın maddi yaşamının psikolojik sonucu olan sosyal bir olgu şeklinde değerlendirip inanmayı sürdürebilir. Buna bir itiraz asla söz konusu değildir. Çünkü insanlar çevreye ve topluma zarar vermediği sürece, istediği şekilde inanıp yaşamalıdır. Fakat dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Eğer dinler Evrimsel açıdan ele alınıp, nereye kadar faydalı nereden sonra zararlı olduğu topluma anlatılmadığı sürece, her zaman kaos ve karmaşalara zemim hazırlamaktadır. Çünkü dinler sürekli kendilerini her şeyin üstünde görerek, diğer inanç, olgu ve yaşam şekillerini zındıklık olarak değerlendirmesi neticesinde, çatışmalar hiçbir zaman bitmemiştir. Bu da dinlerin yerli yersiz, hiç hakkı olmadığı halde, insan yaşamın tüm alanlarına müdahale etmesiyle, toplumu tamamen edilgenleştirip, bireyin kendine olan öz güven ve kişilik kazanmasını ciddi şekilde engellemektedir. Onun için tüm olgular ve düşünceler bilimsel ve demokratik çerçevede kırıcı olmadan tartışılmalıdır ki, herkes hatasını ve sınırını anlasın. Kısacası insan yaşamı boyunca, diğer birçok sosyal, siyasal ekonomik ve teknik araçlara nasıl ki ihtiyaç duyup icat edimişse, dinlerde aynı şekilde kendi çağı içerisinde ve o dönem insanlarının zeka ve bilgi kapasitelerine uygun şekilde var (Ontoloji) olmuşlardır. Bu icatlar; insanın maddi yaşamının zorlaması (Devinim) sonucunda, duyguların parçası olan soyut düşünce ürünlerinden başka bir şey değildir. İfade edilen düşünceyi kanıtlayan çok önemli örneklerse şöyledir. Paleolitik çağdan itibaren, son din olan İslam’ın ortaya çıktığı miladi 610 yılına kadar, Allah yüzlerce din ve peygamber göndermiştir. Ne hikmetse, en son tek tanrılı din İslam ve bu dinin Peygamberi Hz. Muhammed’den sonra, bir başka din ve peygambere ihtiyaç duyulmamıştır. Bunun nedenini Müslüman dindarlar kendilerine göre cevaplasalar da, somut olarak en ufak bir gerçekliğe işaret edememektedirler. Örneğin Müslümanlar şunu iddia etmektedirler. Son din İslam ve son peygamber Hz. Muhammed olduğu için, Allah başka bir din ve peygambere gerek görmemiştir. Çünkü İslam dini tüm insanlığın kurtuluşunu, huzurunu, barışı ve en mutlu yaşamı sağlayacağından, yeni din ve peygamberlik söz konusu edilemez. Özellikle İslam toplumlarının yaşadıkları bölgelere bir göz attığımızda, iddia edildiği gibi bırakalım huzuru ve barışı, tam tersine var olduğu günden bu zamana kadar, Müslüman toplumlarda kan, gözyaşı, hile, haksızlık ve yolsuzluklar haddini aşmış durumdadır. Allah bu yaşanacakları bilmiyor muydu acaba? Tüm olaylar göstermektedir ki, Müslümanların verdikleri cevabın gerçekle uzaktan yakından en ufak alakası bulunmamaktadır. Bilimsel cevapsa şu şekildedir olmalıdır. İnsanların zekâ yapıları eskiyi çok aşmış olup, sahip oldukları maddi, ve manevi imkanların tamamen değişmesi neticesinde, din gibi büyük bir hayal (Soyut) gücüne dayanan ve insanları sürekli cehennem fobisiyle edilgenleştirip, hizaya getiren düşünceler çağı çoktan bitmiştir. Bu yüzden yeni bir din ve peygamberin ortaya çıkması için en ufak bir sosyal zemin bulunmamaktadır. Kısacası dinler m.ö. 65 bin yıllarından itibaren Animist ve Totem (Poloteist) şekilde başlayıp, daha sonra Dualist ve bilinen Monoteist dinlerle son bulmuştur. Dinler başta olmak üzere her düşünce var olurken, beraberinde bunu ayakta tutacak ya da koruyacak kural, kaide ve destek organlarını da üretirler. İşte cennet ve cehennem, dinlerin uzun süre yaşatılmasında en önemli soyut organıdır. Bu her iki olgunun ana fikrinde önce büyük bir korku, (Fobi) hemen arkasından da Cennet mükafatının yer alması, çağına göre çok yüksek bir zekâ oyunu ile üretilmiş metafizik bir düşüncedir. Onun için öyle sıradan bir şeymiş gibi bakılıp geçilmemelidir. Cennet ve cehennem gibi birçok dini kural ve organlar, ilk çıktıklarında Ortaçağ’ın sonlarına kadar, birçok olumsuzluklarına rağmen toplumların yaşamını belirli bir düzene sokmuştur. Örneğin bin beş yüz yıl öncesinde, insanların büyük çoğunluğu yarı hayvani ve yarı insan topluluklardı. Bunların normal insan tarzında yaşayacakları görgü, temizlik, ahlak, barış, paylaşım ve aile ortamını koruyacak bir disiplin ve düzenin gelmesinde, dinler önemli siyasal ve sosyal görev yapmışlardır. İfade edilen kuralların toplumda uygulanması için, Âdem ve Havva’nın cennetten kovulma hikayesiyle başlanmış olup, sürekli cehennem ateşiyle korkutulurken, (Disipline) cennetle de mükâfatlandırma vaadi, belirli bir düzen ve itaatkarlığı sağalmıştır. Bu düşüncenin çağına göre önemini asla inkâr edemeyiz. Çünkü eski çağlarda insanlar hayvandan daha vahşi şekilde yaşamaktaydılar. Egoları depreştikçe, annelerini dahi parçalayarak öldürmekte en ufak bir sakınca ve acıma duyguları yoktu. Mağara yaşamı düşüldükçe, dinlerin cennet ve cehennem disiplininin etkisi rahatlıkla fark edilmektedir. Ancak içerisinde bulunduğumuz çağda, insanların gerek yaşam standartları, gerekse zeka yapıları eskinin yüz katı gelişmiş olması nedeniyle, artık dinlerin cennet ve cehennem benzeri disiplinleri, insanlara inandırıcı ve ikna edici gelmemektedir. Bu noktada şu sorulabilir. O halde, insanlar dinlere, cennet ve cehenneme niçin inanmaya devam etmektedirler? Kısaca şu cevabı vermek mümkündür. Devletler ve burjuva sınıfı sürekli dini kullanarak ayakta kaldıklarından, İnsanlar iş kapma (Maddi) çıkarları ve yalnızlıktan korktukları içindir. (Sürüden Ayrılmama) Eyer maddi çıkar ve yalnızlık korkuları söz konusu olmasaydı, dinin arkasından safça gidenler parmakla sayılacak kadar az olacaktır. Her şey bu kadar açıkken, dindarların içerisinden biri çıkıp ta, Âdem ve Havva’nın kaç bin yıl önce ve nerede yaşadığını? Ve bu olayı kimim gördüğünü soramayacak kadar, çok derin bir fobi patolojisinin hâkim olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu yüzden cennet ve cehennem olgusu, Âdem ve Havva’nın cennette iken, Allah’ın yasak koyduğu meyveleri yemeleri neticesinde, ceza olarak bu dünyaya kovulması en büyük hikâye yapılmıştır. Ancak bunu kanıtlayan somut en ufak bir kaynak bulunmamaktadır. Ve herkesin bildiği gibi, dinlerin cennet ve cehennem kurallarına göre bu dünyada haksızlık ve yolsuzluk yapanlar, gerçek hesabı öbür dünyada vereceklerdir. Günahları çok olanlar cehennem ateşi içerisinde yanacaklar ifadesi, birçok insanda ciddi bir korku yaratırken, bazı insanlar ise ciddiye almadan inanmış gibi yapmaya devam etmektedirler. Günahı az ya da hiç olmayanlar direkt cennet gittiklerinde, bu dünyada hayal edip yaşayamadıkları imkanlara orada sahip olacaklardır. Ve her cennetlik erkeğe yetmiş Huri verilirken, her cennetlik kadına da yetmiş Nuri düşüyormuş. Tüm zevkler içerisinde sonsuzluğa dek yaşanacakmış. Dinler; özellikle cennetteki erkek ve kadınları mükafatlandırmak için, yetmiş Huri ve Nuri ile zevk içerisinde yaşayacaklarını belirtmesi, insanların en zayıf noktası olan cinselliklerini kullanarak disipline etmeyi hedeflemişlerdir. Madem yüce Allah dinleri, peygamberleri, cennet ve cehennemi yaratmışsa, insanları bir düzene sokmak için, cinselliği kullanmak yerine daha akılcı bir yöntem niçin bulmamıştır. Başta da belirtildiği gibi çağın insanlarının o gün ki zekâ seviyeleri ancak buna yetmekteydi. İkinci önemli nokta ise, bugüne kadar cennet ve cehenneme kim gitti ve geldi ki, böyle bir yaşamdan bahsedilmektedir? Gidip geri geleni bugüne kadar duyan ve gören olmadığına göre, artık modası geçmiş bu korku dünyasından bir an evvel vazgeçilmelidir. Bunların yerine daha akılcı diyalektik evrimsel kurallara göre bilimsel çözümlemelerle, insan zekasının gelmiş olduğu aşamaya uygun, maddi değerlerin daha adaletli şekilde paylaşılmasını kolaylaştıran düşünceler üretilmelidir. Sürekli hayal ürünü olarak pompalanan din vb. politikalarda ısrar etmek, büyük bir zeka sorunu yaşandığı anlamına gelmektedir. Özet olarak ifade etmek gerekirse; cennet ve cehennem gibi olgularla insanları korkutup kullaştırma, (Edilgenlik) aynı zamanda dini tüccar ve kapitalist burjuvaziye köle yaratmak anlamını taşımamaktadır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |