"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Böyle bir haftasonu canım balık – ekmek çekince direksiyonu Eminönü’e çevirip güzelce karnımı doyurmuş daha sonra da Yusufpaşa’da esnaf bir ağabeyimizi ziyaret etmiştim. Üstadımızla geçmişten, şimdiden, oradan, buradan konuştuktan sonra izin isteyip dükkânın önüne motosikletimi park ettim ve Yusufpaşa metro durağının hemen solundaki merdivenlerden Cerrahpaşa’ya giden caddeye çıktım. Takribi olarak 150-200 metre yürüdükten sonra sola dönen ilk sokağın köşesindeki tabelanın ismi dikkatimi çekti. Tabelada; “Kâtip Muslahaddin Sokağı” yazıyordu. Ama ne yazı! Sokağın ismini tek satır değil, “Muslahaddin”in “Musla” ve “haddin” şeklinde ikiye bölünüp yazıldığını görünce sinirim tepeme çıktı! Çünkü hem yanlış yazım hem de yanlış isim kullanılarak yazılan bu tabelanın “Muslahaddin” değil, “Muslihiddin” olduğunu belirtmeme gerek var mı? Günümüzde hususiyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde birçok erkek çocuğa bu ismin verildiğini bilmeyeniniz yoktur herhalde… Kâtip Muslihiddin Sokağı, benim için özel bir anlam ifade etmeseydi eğer, belki de tabelâdaki yazım şekli de dikkatimi çekmeyecek, ne güzel yürümeye devam edecektim. Hadi onu geçtim yahu sokağın solundaki mescit ve caminin duvarına bitişik çeşmeyi yapanın “Kâtip Muslihiddin” olduğunu da mı bilmiyorlar diye dilime gelen en galiz küfürleri saydım sayıştırdım! Her ne ise… Tamburi Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil, babasının hayatını anlattığı kitabına, yani “Tanburî Cemil’in Hayatı”na yıllar sonra Ruşen Ferit Kam’la birlikte gittiği bu sokağı, mescidi ve çeşmeyi tasvir ederek başlar. Evet, Tanburî Cemil Bey’in yıllarca yaşadığı sokakta, yani meşhur Sineklibakkal Mahallesi’ndeydim. Hani, Halide Edip Adıvar’ın meşhur romanına ismini veren, fakat artık kayıtlarda ismi geçmeyen ünlü mahalledeydim… Siz olsanız, Kâtip Muslihiddin Sokağı’nda Cemil Bey’in yaşadığı zamanlardan geriye bir mescit ve çeşmeden başka nelerin kaldığını merak etmez misiniz? Ben de merak edip içlere doğru yürümeye devam ettim; sokak iki taraftan, İstanbul’un bütün sokaklarında olduğu gibi, sevimsiz ve üslûpsuz apartman isimleri ile kuşatılmıştı. Fakat biraz ilerleyince, sağda, tahtaları güneşten kararmış eski bir konak gördüm. Beton yığınlarının arasında sıkışıp kalmış, insanın göz zevkini okşayan zarif ve asil bir konak… Görünüşüne bakılınca en az 150 yıllık olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Gözlerimi kapatıp bütün sokağı buna benzer irili ufaklı ahşap konaklarla donatarak Cemil Bey’in yaşadığı asıl Kâtip Muslihiddin Sokağı’nı hayalimde yeniden inşa etmeye çalıştım. Bu sokak, hiç şüpheniz olmasın, yüz yıl önce şimdikiyle kıyas edilemeyecek kadar güzel ve şahsiyetli bir sokaktı demekten kendimi alamıyorum… Tamburi Cemil Bey’in bir fotoğrafına sahip olduğum bu evi acaba sokağın neresine düşüyor bakıyordu? Hatta bunu bilen iki kişi var acaba diye biraz araştırma yaptım. Bilenler arasında hat ve ebru sanatçısı, yazar Prof. Uğur Derman ve Türk neyzen, ebru sanatçısı ve fotoğrafçı üstad Niyazi Sayın Bey’ler var… 1970 yılında, yerine bir apartman dikilmek üzere kör kazmaya teslim edildiği haberini alır almaz koşup bu trajik sona şahitlik etmiş, hatta Cemil Bey’in kendi eliyle çizdiği resimlerin bulunduğu oda kapılarından birini, bir kapı tokmağını ve bir pencere kafesini hatıra olarak aldıklarını okudum. Cevap alamayacağımı bile bile, bu sokakta oturduğunu tahmin ettiğim yaşlıca bir zata Tanburî Cemil Bey’in evinin yerini sordum. Adam yüzüme tuhaf bir ifadeyle baktı: “Hiç duymadım!” dedi. Keşke, kapı kapı dolaşıp aynı soruyu sorarak Kâtip Muslihiddin Sokağı sakinlerinden kaçının Cemil Bey’in adını, ne iş yaptığını, bilip bilmediğini öğrenebilseydim ama buna da maalesef vaktim yoktu! Evet, bir zamanlar sokağın tam köşesinde, muhtemelen mescidin karşısında, büyük bir devlet adamı ve kudretli bir bestekâr olan Çorluluzâde Mahmud Celâleddin Paşa’nın muhteşem konağı yükselirmiş. Sanatına hayran olduğu Cemil Bey’in bu sokağa yerleşmesini de o sağlamış; çünkü kendisine daha yakın olmasını istiyormuş. Cemil Bey’in evinin karşısındaki evde de uzun yıllar meşhur yazarlarımızdan üstad Ferit Kam otururmuş. Onun oğlu meşhur kemençeci Ruşen Ferit Kam’la Mesut Cemil de mahalle arkadaşlarıymış. Yine aynı sokakta, Mahmud Celâleddin Paşa’nın çok yoksul komşularının bulunduğundan da emin olabilirsiniz. Mahalle dediğimiz ünite eskiden böyle bir şeymiş; çok zenginlerle çok fakirler aynı sokağı paylaşabilir, fakirler zenginler tarafından birer emanet olarak görüldükleri için maddi ve manevi olarak korunup kollanırlarmış. Bir başka deyişle, seçkinler, günümüzdeki gibi korunaklı siteler yapıp kendilerini halktan tecrit etmez, halkla iç içe yaşarlarmış. Bir sadrazam pekâlâ bir işportacıyla, hamalla, hatta seyyar satıcıyla komşuluk edebilirmiş. Şimdi böyle bir şey mümkün mü? Rahmetli Burhan Felek, eski Üsküdar mahallelerini anlatırken, mahallenin zenginlerinin ve itibarlı sakinlerinin fakirlere yardım, zayıfları himaye ve mecnunları terbiye ettiklerini, mahallenin müstakil bir birim olarak kendi işlerini kendisinin halledebildiğini söyler. Hakikaten, bütün mahalle sakinleri birbirlerini tanır, mahallenin meseleleri hakkında müşterek karar verir, başka bir ifadeyle, mahalleyi birlikte yönetirlermiş. Yani eskiden mahalle, Türk şehrinin bir çekirdeği olarak görülürmüş. Sokak köpekleri bile mahalle mahalle örgütlenir ve kendi hâkimiyet alanlarını korurlarmış… İnsan eski ile yeniyi düşününce ister istemez kendisini şu koca metropolde nasıl da yalnız hissediyor değil mi? İşte, modernizm denilen canavarın mahallelerimize, kişiliklerimize, yönetim anlayışımıza, ailelerimize, yaptıkları bu! Yani önce mahallelerimizi “baskı” uygulayarak daha sonra da diğer mefhumları yok ederek varlığını iliklerimize kadar hissettirmiş diyebilirim… Kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi giyinmeyen, kendileri gibi yiyip içmeyenlere hayat hakkının tanınmadığı kale gibi evlerde, adeta sur çekilip üstüne bir de tel örgü ekleyerek; kamera, silahlı güvenlik güçleriyle korunaklı sitelerde yaşamaya çalıştıkları steril plazalara çevre yollarından korunaklı araçlarla gidip gelen ve şehirlerin sadece havaalanlarını, beş yıldızlı otellerini ve lüks tatil köylerini tanıyan modern seçkinlerle, halk arasında büyük sınıf farklılıkları oluşturup kendilerine karşı düşmanlar biriktirenler hallerinden utansınlar diyeceğim ama o kızaracak yüz kaldı ise… Hafızasını kaybetmiş bu milletin hafızasını tekrar toplamasını ümit ederim. Kalın sağlıcakla.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |