"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Bahaneler, yalanlar, atlatmacalar, kandırmacalar, köşe kapmacalar, idare etmeler, basit cümlelerden inşa edilmiş ince duyarlıklar, nezaket ve saygı giydirilmiş çıplak vurdumduymazlıklar… “Seninle ne zamandır görüşemedik. Ay, yüzünü gören cennetlik ayol. Sıcak sohbetlerini özledim vallahi. Kütüphane bahçesine gelsene akşamları, laflarız işte ne güzel…” “Sen öyle diyorsan madem, öyledir. Sana ayak uydurmaya çalışırım en azından. Her şey bir yana dostun kalabilmeyi çok isterim aslında… Böyle söylersen, kırılıyorum ama bilesin. Ne gerek var şimdi bunlara. Bu yaz görüşelim, laf olsun diye söylemiyorum inan. Çok değil birkaç gün de yeter. Bunu düşün ama benim için ne olur? Ne zaman dersen, ben hazırım. Yeter ki telefon et, çağır sen, gelmezsem Arap olayım?” Sıradan rüzgârlar işte, biraz toz savurur, birkaç kuru yaprağı ya da gazete parçalarını havalandırır. Ciddiye alsam, neler oluyor yahu desem gerçek olurlar. Her şey artık iyice zıvanadan çıkmış. Biber dolmasının içenden pirinç yerine konserve fasulye çıkıyor. Ben aşçıya bakıyorum. Aşçı da bana “Sen daha önce bunu hiç yemedin mi?” diye soruyor. Yemedim ve bilmiyorum diyemiyorum. Yaşıldıklarımı beynimde ayıklamaya yetişemiyorum. İyice kendi kabuğuma çekiliyorum. Susuyorum, duvarlarda asılı resimler konuşuyor ama ben sürekli susuyorum. Adam akıllı canım yansın istiyorum. Adam akıllı üzüleyim veya sevineyim… Biraz ondan, biraz bundan, kıyısından, ucundan yaşamaktan iyice yoruluyorum. Yaz gelmesine rağmen sahile inmek, kalabalığa karışmak, deniz kıyısındaki çay bahçelerinde akşam keyfi bile yapmak istemiyorum. Arkadaşların yanına uğramaktan, eskiden deli gibi sevdiğim sohbetlerden kaçıyorum. Siz anlamıyorsunuz ama ben çok yorgunum. Mehtap, “Bahçedeki güller ne güzel açmışlar değimli? İnsan bunlardan gözünü alamıyor.”diyor. Hiçbir şey söylemiyorum. Güller her yaz başında zaten güzel açarlar. Bu da şimdi laf mı yani, kelimeleri ucuz bir sohbete zorlamanın, işkence etmenin ne anlamı var.”diye düşünüyorum. Belki beni anlıyor. Bir daha güllere ilişkin birdik şeyler söylemekten uzak duruyor. Kendime basit bir akşam yemeği hazırlıyorum. Tavaya iki yumurta kırıyorum ve biraz katılaştıktan sonra ateşten alıp üzerine birkaç kaşık yoğurt ilave ediyorum. Biraz da tuz ve pul biber… Buna yemek demek bile mümkün değil. Oturuyorum ve bana ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Akşamları çay demlemekten bile vazgeçtim. Sıcak suya dökülen kahveli karışımlardan içip televizyon karşısında ömrümün geri kalanını çürütüyorum. Kalkıp yarın bir doktora gitsem garanti depresyondasın deyip işin içinden çıkacak. İstesem bile “Doktor, sende görüyorsun her şey yalan işte, her şey plastik ve yapmacık, baksana.”desem “Oğlum sen iyice sıyırmışsın. Senin başkalarından ne farkın var? Neden her şeyin dibine darı ekiyorsun? Sende kendince bir yol tutup yaşamaya baksana.” diyecek ve canım sıkılacak. Sen var ya, sen bir tanesin. Herkesin senin gibi birine ihtiyacı var. Abartıyorsam Allah canımı alsın. Seni tanıdığım için kendimi çok şanslı hissediyorum, inan… Bir akşam bana gel. Nefis bir Rus Kefali yaparım sana, parmaklarını yersin. Şöyle sebzeli falan, papaz yahnisi gibi… Bir de şarap açtık mı yanına tam olur. Senle konuşmaya ihtiyacım var. Ama mutlaka gel olur mu? Bak laf olsun diye demiyorum, inan… Sevmediğim insanları asla evime davet etmem ben. Balık sevmiyorsan, açık söyle. Başka bir şeyler düşünürüm. Ne olacak? Yarın akşam mı diyorsun? Arkadaşa davetliyim ben ama… Bir saate kadar arayıp sana kesin bir şey söylerim. Kırılırlar şimdi gelmiyorum desem. Sen beni anlarsın ama onlar anlamaz. Tamam, kapat sen telefonu, ben seni arayacağım. Evde çok dağınık ama olsun. Sen zaten benim kusuruma bakmazsın dimi. Tamam, tamam sen kapat… Telefonun mu kapalıydı. Birkaç defa aradım ama sana ulaşamadım. Belki de hatlar çok doluydu. Evet, sana karşı çok mahcubum. O akşam arkadaşlara gitmek zorunda kaldım. Sana telefonla ulaşamayınca da durumu anlarsın diye düşündüm. Beni zaten bir tek sen anlarsın, kırılmadın bana değil mi? Ben kabullenmekte zorlansam bile bir süre sonra insan her şeye alışıyor. Her şey yeniden başa dönüyor. Yine “Sen bir tanesin, özledim seni, geçen gün konuşurken arkadaşlara bile söyledim. O çok iyi biri dedim. Adını anmadan edemedim.”yalanlarına devam ediliyor. Şimdi durum eskisinden daha açık, en azından o yalan söylediğini ve benim inanmadığımı biliyor. Ben de süslü cümlelerle yapılan yemek davetlerini zamanım olmadığı bahaneleriyle savuşturabiliyorum. Sokaklar çok dar ve bu kasaba herkesi birbirine yüz göz ediyor. Karşılaşmaktan bir türlü kaçamıyorum. “Evet, belki başka bir zaman, önümüzdeki hafta sonuna doğru görüşebilirsek kesin kararımı sana bildiririm diyorum.” Böylece bu küçük oyunların istemeden bir parçası oluyorum. Seyfullah Haziran 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |