• İzEdebiyat > Öykü > Kent |
1
|
|
|
|
Şoför, “Bayanlar” sözcüğünü sık sık sık kullandığı uzun telefon görüşmesinden sonra “Tamam başkanım.” diyerek vitesi ileri atmıştı. Bir durağa yaklaştığında kapıyı açtı. Binen yolculara “Bayanlara bugün ücretsiz.” diyerek uyarıyordu. Arka koltukta oturan bir erkek yolcu “Bayan değil, kadın diyeceksiniz. Bizim günahımız ne?” diye ortaya öylesine bir laf attığında yolculardan bazıları gülümsedi. Şoför, “İyi de on altı yaşında binen genç kızlar da var.” diye karşı bir görüş ortaya atınca, yine orta yaşlarda bir erkek, “Onları da anaları doğurdu, bedava olsun.” sözüne, şoför bıyık burktu. |
|
2
|
|
|
|
2022 senesinde katıldığım yaratıcı yazarlık kursunda kaleme aldığım beşinci öyküydü. Esin kaynağım pek anlaşamayan iki kadının, tekrar bir araya geldiklerinde içlerinde saklı tuttukları öfkeyi delicesine boşaltmalarıydı.. |
|
3
|
|
|
|
2022 senesinde katıldığım yaratıcı yazarlık kursunda kaleme aldığım yedinci ve son kısa öyküydü. Malum enflasyonun gelebileceği yerler hakkında yazmıştım. |
|
4
|
|
|
|
2022 senesinde katıldığım yaratıcı yazarlık kursunda kaleme aldığım ikinci öyküydü. Kiracılarla ev sahipleri arasındaki anlaşmazlıklar o dönem haberlere konu olmaya başlamış, esin kaynağım bu olmuştu. Hikayenin sonunun fantastiğe kaçması ise kursumuzun değerli hocası Ali Turan Görgü'yü biraz rahatsız etmiş olmalı ki öncesinde bitirmem gerektiğine dair bir not yazmıştı. |
|
5
|
|
|
|
Tabancayı kaldırıp raylara atmayı düşündüm. Fakat bu düşüncemden vaz geçiverdim. Bir kadın bağıra bağıra telefonla konuşuyordu. Ona yaklaşıp tabancayı uzattım. Kadın soru dolu gözlerle bana baktı. Gelen metroya atlayıp oradan kaçtım. Telefonla konuşan insanlar genellikle kendine uzatılanı alıyorlar. Bunu daha önce arkadaşlarıma şaka için defalarca yapmıştım. |
|
6
|
|
|
|
Yıl; 1997
Ay: Haziran…
Henüz 17,5 yaşındaydım.
İstanbul, Esenler otogarından çıkıp abimin kaldığı eve gelmiştim. Evin konumu tepedeydi. Eve ulaşmak için Bebek karakolunun yanından 44 adet sık basamak, 65 geniş basamağı tırmanarak sola sapılır ve ayak bilekleri sızlayarak 16 geniş basamak daha çıkılırdı. |
|
7
|
|
|
|
Kıyıdan biraz gerideki dar sokağın üç dört katlı, eski binalarında oturanlar genellikle birbirlerini tanıyan insanlardı. Aralarında burada doğup büyümüş olanlar bile vardı ki İstanbul gibi hareketli bir kent için bu pek de sık rastlanan bir durum değildi. |
|
8
|
|
|
|
Kani Abi iyi adamdır, hoş adamdır. Azıcık da entel dantel bir adamdır. Çok okur, az yazar… Yazdıklarını durmadan bozar. Yeniden ama yeniden bıkmadan yazar. Sanki bir şeyden anlarmışım gibi yazdıklarını bana okutur. “Bak bakalım nasıl olmuş,” der. Sadece hatır, gönül için okurdum. Oysaki okumak kim, eleştirmek kim, beğenmek kim, ben kim? Elime tutuşturduklarını dikkatlice okurdum. Elimde değil, bitirince gülerdim. Ben gülünce azıcık darılır, yüzünü asar, beş on saniye sonra her şey normale dönerdi.
Her zaman yaptığı gibi yine üzerinde bir şeyler yazılı kâğıdı bana uzattı.
- Oku bakalım, dedi.
|
|
9
|
|
|
|
Eski Ankara sokaklarında dolaşan Yakup ağa'nın kendi ağzından öyküsü |
|
10
|
|
11
|
|
|
|
Balat sahil yolunda, Eyüp istikametine doğru yürüyorum. Eski tarihi binaların arasında görünüyor bazı karanlık yüzler. Sanki insanlar çevresine çok fena bakıyor. Dua ediyorum. Allahtan hava karanlık değil. Ellerim cebimde,olduğu halde ıslık çalarak yürüyorum. |
|
12
|
|
|
|
Off diyorum, teknolojiden doksandan bir gol daha yedim . Yediğim gola mı yanayım ,üşüyen Ankara’ya mı….
|
|
13
|
|
|
|
Halim bu yılki dinlencesinin bir haftalık kısmını Antalya’da ailesinin yanında geçirmeyi kararlaştırmıştı. Nesibe ise önce hafta sonunu yalnız kalıp kitap okuyarak geçirmeyi planlamıştı, ama Halimden beklemediği telefon gelince yaşadıkları güzel günlerin hatırına onunla plaja gitmeyi kabul etmişti. Lara Plajına giden ilk otobüse bindiler. |
|
14
|
|
|
|
İnsanlarla tanış oldum bu süreçte, kuşlarla, böceklerle, otlarla, rüzgârla, yağmurla, karla daha bir sürü yaratılanla tanış oldum. Beni en çok şaşırtan insan oldu desem inanır mısınız bana? Önceleri beni fark etmediler bile. Bazen üzerime bile bastılar. Sonra biraz daha büyüyünce yapraklarım onları gölgeleyecek kadar olunca daha yakından tanıdım onları. Sonra Allahın bana verdiği ömür ilerledikçe, dallarım yukarılara doğru uzandıkça insanların bakış açıları ürküttü beni. |
|
15
|
|
|
|
Alman Yazar Peter Bichsel'den modern yaşamlar üzerine bir öykü. |
|
16
|
|
|
|
Karanlık, şehrin bol ışıklı aydınlığına, hengâmesine galebe çalamamıştı henüz. Bir yanım Fatih, bir yanım Beyazıt, sırtımda boğazın gece meltemi. Işıklı caddeden geçen gençlerin şen şakrak sesleri içinde sıcak bir günün ardından, köşküne çekiliveren güneşin yokluğunu fırsat bilip sökün eden tatlı bir serinlikten belki de mahmur bir demde silah sesleri sardı asumanı o gece. Sen yoktun Hacı, öyle ya sen öğle namazını kılar en fazla hadi ikindiye kadar kalırsın. Buraların müdavimi olan benim yıllardır, gündüzünde ve gecesinde. Eli silahlı, yüreği ve beyni prangalı insanlar gördüm ben o gece Hacı. Şu yapraklarımdan kalkanlar yapmak istedim cadde boyunca. Yapraklarımı bir paravan gibi önlerine çekeyim, varsın kurşunlar beni parelesin de vatan evlatlarına değmesin istedim. Gencecik bedenler bol ışıklı caddenin asfaltına düştükçe, tekbir seslerine karıştı şehadetin kokusu. Bir ben aldım o kokuyu, bir de asfalt yolu kanlarıyla şereflendiren şehitler. |
|
17
|
|
|
|
Bilmezsiniz ama masalarda yaşar. Onlarda anı, huzur kokar. |
|
18
|
|
|
|
Gerçek bir yaşam öyküsü Mehmet Dede. Doğumu belli değil. Tifliste doğmuş, Ardahan'ın Alagöz köyünde yaşamış. Köyden göç sevdasına onun çocuklarıda kapılmış. Uzun süre direnmiş köyünden göçmemek için. Sonunda Memmet Dede göçüp gelmiş İzmir'e. Alışamamış gecekonduda tutsak yaşamaya. Köyüne geri dönmek istemiş. Umursamamışlar. Kaldıramamış tutsak yaşamayı ve beyin kanaması geçirerek yitirmiş yaşamını. 105 Yaşında kalpağı başında bir efsaneydi, o . Alışamadı koca kentte yaşamaya. Köyünde kalsaydı hala yaşıyor olacaktı. Eşi yaban ellerde tutsak şimdi. Öyküyü okuduğumda neden sağlığında yazmadım diye azarladı beni, gözleri yaşlı. |
|
19
|
|
|
|
Saat 03:46 2020 yılının Ağustos ayının 18’nci sabahı… Öykü mü yoksa hikâye mi yazmalıyım diye düşünüyorum… Bunu düşünürken öykü ile hikâye arasında ince ama önemli bir ayrımın olduğunu anımsıyorum. Hangi kitaptan okudum tam olarak hatırıma gelmiyor olsa da hikâyede daha çok insanın içine doğulan şahsi yaşantısından kesitlerin veya bir yaşanılmışlığın dramatize edilerek anlatılması, öykü de ise yaşanılmamış (ve belki de yaşanılmayacak) olanın kurgu edilerek yazılması gerektiğine dair bir metin okumuştum.
|
|
20
|
|
|
|
‘80’ler...
Bu satırları neden yazdığımı sormuştum kendi kendime. Belki de işim olmadığı günlerde, kasa başında can sıkıntısından yazmışımdır. Haydi çocuklar gayret, savsaklamak yok, satın birşeyler! Bu hafta ciromuz düşük kaldı, merkezden hesap soracaklar gene... |
|