Matematiğe, yalnızca yaratıcı bir sanat olduğu sürece ilgi duyarım. -Godfrey Hardy |
|
||||||||||
|
Kamu Sen, Memur Sen, Özgür Eğitim Sen, Eğitim İlke Sen, Türkiye’de resmi olarak kurulmuş ve resmi faaliyetler yapıp yürüten devletin birer kurumu olarak ortaya çıkıyor. Sendi’ka, Fransızca kökenli bir kelime. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kelimenin tanımı; “İşçilerin veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve daha da geliştirmek için aralarında kurdukları birlik” diye tanımlanıyor. Türkiye’de işçi, memur kendini ne kadar tanıyor? Üyesi oldukları sendikaları ne kadar tanıyor? Sendika üyeleri sendikaya üye olurken gerçekten haklarının korunmasını mı istiyorlar, yoksa siyasi iradenin beklentisi doğrultusunda haklarının değil, düşüncelerinin benzer düşünceler içinde rahat ve huzur içinde olmasını mı istiyorlar. Mevcut sendikalar üyelerinin haklarını ne kadar koruyorlar, koruma gereği duyuyorlar mı? Bunlar gerek akademik düzeyde, gerekse sosyal boyutuyla medyatik düzeyde ele alınıp incelenmesi gereken konular. Ömrüm yeter, gerekli ortamı oluşturmamda engel değil, destek alabilirsem ayrıntılı olarak konuyu irdelemeyi düşünüyorum. Türkiye’de 29 Aralık’ta Güneydoğu illerinde terör olaylarının önlenmesine yönelik bir dizi operasyon yapıldı. Ben ne detaylara ne de suçlamalara girmek niyetinde değilim. Zaten birilerini suçlamak uğranılmış zararın telafisi anlamına gelmiyor, telafi de etmiyor. Bu süreci bir takım sendikalar sadece izlemekle yetinirken bir takım sendikalar da eylem ile halkın durumuna dair yöneticileri nefislerinin isteklerinden sıyrılma yoluna gitmeleri için dikkat çekme anlamında üretimden gelen gücü kullanma yolunu seçtiler. Operasyonlar sürerken kazançlı çıkan kim oldu bilmiyorum, ama zararlı çıkanlar, yöre halkı en çok zarara maruz kaldı ki güvenlik güçleri itina göstermelerine karşın sivil halktan birçok kişi hayatını, işini, eşini, çocuklarını, evlerini kaybetti. Güvenlik görevlileri bu çatışmalarda halkın zarar görmemesi için çaba gösterirken kendi hayatını kaybetti. Ebeveynleri, eşi ve çocukları geride kaldı. Bu insanların yaşam koşularının idame ettirenler olmayınca gelecekleri gerek psikolojik, gerek sosyolojik, gerekse ekonomik olarak nasıl bir yıkıntıya sebep olduğunu hiç düşündük mü? Sadece klişeleşmiş “Vatan sağ olsun” sloganını söyleyince vatan sağ oluyor mu? Günlerce süren operasyonlar sırasında ekmek almak için evinden çıkıp yolda ölen insanların çocuklarının kaçta kaçı okullarına gidip ders yaptılar? Kaç okulunuz bu süreç içinde açıktı? Orada operasyonları yürüten güvenlik görevlilerinin kaçının çocukları babalarının ölümle güreştiğinin farkındayken derslerini yapıp, okullarında rahat ve huzur içindeydiler? 29 Aralık 15 tarihinde üretimden gelen gücü kullanmak şartıyla o illerde yaşananların bir an önce çözüme gidilmesini isteyerek, sendikal haklarından ve sendikaların aldıkları kararlar doğrultusunda derse girmeyen öğretmenleriniz, çocuklarınızın bir günlük haklarını gasp ettikleri iddiasında bulundunuz. Acaba sendikal haklarını da kullanmamış, kişisel iradeleriyle derse girmeyip, bu eylemi gerçekleştirdiklerini varsayarsak, bir günlük hak gaspından dolayı derse girmediklerinden dolayı öğretmenler mi daha çok suçlu, yoksa orada terörün büyümesine göz yumup, tedbir almayıp, günlerce operasyon yaparak, ne eğitim, ne diğer yaşam haklarının kullanılmasını imkânsız kılanlar mı suçlu? O illerde okullarda ders yapılmamasına neden olan o insanlar için hangi soruşturmaları açıp, savunmalarını istediniz. Yoksa işler sizin istediğiniz gibi gitmediğinde, ayağınıza dolaştığını düşündüğünüz kişilere ceza vererek susturmak daha mı kolay oluyor? Ben bu yazıyı kaleme alırken istenen savunma metnini, istenen savunmayı ve savunmanın yetersizliğini konu alan ifadeleri ve verilmek istenen cezanın verilmesinin kaçınılmazlığından bahsetmek istiyorum. “Hakkınızda düzenlenen İlgi’de kayıtlı raporun Haklarında Soruşturma Yapılanlar ve Getirilen Teklifler IX-3/a Disiplin Yönünden bölümüne göre; “29/12/2015 günü Eğitim Sen kararını gerekçe gösterip okulunuzdaki derslere girmediğiniz ve bu fiiille sendikal hakların kullanımı sınırlarını aşarak öğrenim çağındaki bireylerin eğitim hakkını engellediniz” fiili sübuta ermiştir. Ve Anayasal maddelerle 657. Sayılı devlet memurları kanunu filan… Burada dikkat çekmeye çalıştığım şey, kişilerin yurdun bir bölümünde eğitim öğretim uzun bir süre hiç yokken bunun dikkate değer bulunmayıp da, bu dikkate değer bulunmayan sekteye uğramış eğitimden umudu kesenlerin nasıl oluyor da, bir günlük iş bırakma eyleminde çocukların eğitimsiz kaldıklarında vicdani bir sorumlulukla çocukları düşünmeleri beni hayrete düşürüyor. Bir bakın bakalım sizi nereye düşürecek. Osmanlı döneminde hangi padişah dönemi olduğunu anımsamıyorum, ama üç tembel adam varmış devlet, halk ve yerel yönetimler ne yapmışlarsa bu adamları bir türlü çalışmaya ikna edememişler. Padişahın emriyle bu tembel adamlar için bir barınak yapılması ve tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanması istenmiş. Aradan bir süre geçince burada kalmaya başlayanlar o kadar çok artmış k, artık oraya sığınanlar sığmamaya başlamışlar. Padişah da, binanın yakılmasını ve kaçanlardan en sona kalıp yanma tehlikesiyle karşı karşıya kalanların kurtarılarak yeni barınağa yerleştirilmelerini istemiş. İstenen yapılıp bina ateşe verilmiş. Binadaki herkes kaçmış ilk başta binaya yerleştirilen üç tembel adam kalmış. Adamlardan bir diğerine sormuş: - “Sigaran var mı?” İkinci adam var demiş ve sigara çıkarıp vermiş arkadaşlarına. Sigara veren diğerine sormuş: - “Ateşim var mı?” - “Yok, biraz bekleyelim arkadaşlar, yangın yaklaşıyor, yanımıza gelince sigaraları yakarız.” Adamlar binanın ve içindeki bütün eşyaların yanmasını umursamıyorlar. Sadece sigaralarını yakmak için binanın yanarak ateşin kendilerine yaklaşmasını bekliyorlar. Bilmem anlatabildim mi? Anlayacak birileri kaldı mı? Gelelim bir başka önemli bir konuya: Ceza mercii durumunda olan makam sahibi zatlardan biri bakın bu bir günlük eğitim zararının akıbetini nasıl yorumluyor? “Üyesi olduğunuz sendikanın aldığı ve şahsınızın da üyesi olduğunuz için uyguladığını ifade ettiği; “Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan bazı il, ilçe ve mahallelerde bir süredir hayata geçirilen sokağa çıkma yasakları hem kamu hizmeti sunmakla görevli kamu emekçilerinin ve ailelerinin hem de kamu hizmetlerinden yararlananların sadece kamu hizmeti sunma ve alma hakkı değil, yaşam haklarını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.” Gerekçesine dayanan bir günlük hizmet üretmeme kararı, kuruluş amacına aykırıdır ve ülkemizi bölmek için bombalı tuzaklarla katliamlar yapan, şehir merkezlerinde hendekler açmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı sözde savaş başlatan bir terör örgütüne, ülkemiz güvenlik güçleri tarafından yapılan müdahaleyi engellemeye yönelik hatta teröre açık destek veren yasadışı bir eylemdir.” Bu iddiayı bir kamu yöneticisi kendi düşünce ve yorumu olarak kullanıp personeline ceza kesiyor. Kendisiyle birebir yazışmada söylenenleri anlayamayacağını bildiğim diyaloğa girmek yerine kamuoyu ile paylaşmanın daha doğru olacağı inancını taşıdığım için bu düşüncelerimi paylaşıyorum. Şimdi soruyorum teröre destek verdiği söylenen Eğitim Sen hangi il, hangi ilçe, hangi mahallede üyelerinin eline kazma kürek vererek yollara bomba döşetmiş, hangi sığınakta bir Eğitim Sen üyesi teröristlere mermi ve silah temin etmiş, hangi Eğitim Sen üyesi güvenlik güçlerinden birini tuzağa düşürterek ölümüne sebep olmuştur. O bombalı tuzaklar döşenirken bu vatanseverlik iddiasında olan, bir sendika ve üyelerini teröre destek vermekle suçlayan kişiler acaba nerede hangi filmi seyretmekle meşgul idiler ki, bu alçaklar yollara bomba döşeyip, türlü tuzaklar kurmaya elverişli ortamı yakaladılar. Ben Eğitim Senin ne yöneticilerinin, ne de üyelerinin açılım projesinde yer aldıklarını duymadım. Dağdan inen teröristleri de davul zurna ile karşıladıklarını da duymadım. Yola devam projesinde de Eğitim sen yönetici ve üyelerinin olduğunu duymadım. Acaba bu yakıştırma kime karşı yapılmış bir süslenme doğrusu merak ediyorum. Gerek kişisel, gerek sendikal boyutta eğitime gönül vermiş kişileri teröre destek veriyor diye suçlayanların ya makam kaygısı, ya vicdan kaygısı, ya insanlık kaygısı ya da olayları doğru yorumlayamama sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Bu tür insanlar hakkındaki soruşturmaları da kamu vicdanına bırakıyorum. Sürç-i lisan eyledikse affola… 17 Ocak 17 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |