Hata! Klavye bağlı değil. Devam etmek için F11'e basın... |
|
||||||||||
|
Aslında hangi mesele olursa olsun hepsinin temelinde insan vardır ve bu sebepten hepsi insan meselesine bağlanmak zorundadır. Yine Maurois; “Tekniğin dilinden anlayan insanları yetiştirmek marifet değil, öğretimin asıl amacı anlayışlı, kavrayışlı beyinler yetiştirmektir.” demiştir bir yazısında. İnsan fıtratı, yabancılaşmayı, eksilip bütünlüğünü kaybetmeyi ve yozlaşmayı geçen zaman içinde -negatif, pozitif etkileşimlerle- değişebilir. Bu yüzden bir bütünlük şuuru olmadan birinin başka birine hoşgörüsünün olması düşünülemez ama, fakat ve lakin belki “hoşgörünme” çabası olabilir… Bugün bu kavramların içi dolmamış olsa da adeta bir siluet halinde belirtilişi bile güzel diye düşünüyorum. Çünkü çözmek için başkaca çıkar bir yol göremiyorum… Erich Fromm da, Marx’a atfen sonsuz bir iyi niyet yorumculuğuyla aynı şeyleri söylemiştir. Zira başka bir tutarlılık biçimi yok. İlla o dönecek dolaşacak, isteyerek istemeyerek oraya uğrayacaktır. Peki o iş “Ateizm“le olur mu?! Yani dilediğin kadar panteist süslemeler yap gene de olmaz. Hatta oldurmaya çalışırsan, yabancılaştırmanın tetikçisi olur çıkarsın. Kapitalizme-modernizme yenik düşmenin sebebi, güya eleştirirken onun yaptığını bir başka biçimde yaparak onu dolaylı yoldan güçlendirmektir. Marksizm’in yaptığı da budur! Bugün de durum böyledir. Görüyorum, okuyorum; savunmaya soyutta devam ediyorlar, ama oturmuyor, tutmuyor bir türlü… Ne aradıklarını bilmeden, sırf “arıyor olmanın” psikolojisinden bir teselli umuduyla arayışlarını sürdürmeye hala devam ediyorlar… Edebiyatı ideolojide kullanmak değil, edebiyatı bizatihi ideoloji haline getirme tavrı da bu çaresizliğin bir ürünü olsa gerek. Kendine, hayata, gerçeğe yabancılaşmanın dik âlâsından başka bir şey değildir bu. Ama gel de anlat… Bunlar, Marx’ı yok sayamazlar. İster istemez onu yorumlayacak ve yine onu merkeze alan yeni bir daire çizecekler. Fakat gene bir yol bulamayacaklar. Yabancılaşmanın en korkuncuna en dayanılmazına sürüklenirken elinden, avucundan hayat akıp gider ve inandığın bütün kavramlar “insan için“, “hayat için” olmaktan çıkar. Yapılacak şey, kavramları, mahpus kaldıkları kalıplardan kurtarmak ve “öz“lerine bağlamaktır. Ama bu tutum da gerçekten mangal gibi bir yürek ister. Tabii, birikim de ister. Yılları boşa geçirmenin bedelini ödemek kolay değildir. Türk solu, yeniden var olmanın manasını anlayabilmiş değil ki, başarısını kazanabilsin. Peki buna nazari olarak bir imkan, bir yol yok mu? Var! Kavramları özlerine bağlayıp bütünlüğü fark edebilen için, soldan da baksa, önemli bir düşünce payıyla mümkün kılınabilir. Ancak onlarda bu yönde bir tavır, bir alamet yok. Yapmaya çalıştıkları ne biliyor musunuz? Kendi kavramlarını kalıp mahbeslerinden kurtarmaları gerekirken, sözde mücadele ettikleri “yeni düzen” kapitalizminin kavramlarını da oraya tıkıştırarak bir şekilde “Aşama” kayıt etmek! Bu kilit ne yapılırsa yapılsın ancak merkez-sağda çözülebilir. Peki bu kolay mı? Değil… Değil; ama olacaksa da orada olacak. Olabilmesi, Maurois’nın tanımladığı “siyaset düşüncesi adamları”nın zuhuruna ve takaddümüme bağlı bir keyfiyet gibi geliyor bana ve bunun da bir şartı var: Müstesnaların, tedricen uğradığı zaafları fark etmeleri. Yani, zaman içinde yerleşmiş bazı alışkanlıklardan kurtulmaları. Esasları bilen ve gören için ayrıntılar önemlidir. Fakat mütemadiyen ayrıntıları zumlayıp duran, esasları ise hiç hatırlamayan ilgiler de bilgiler de “insan idraki“ni köreltir, istikamet şuurunu dumura uğratır, ağaçların peşinden koşarken ormanda kaybolmasına neden olur. İşte ülkem solunun hali pür melali bu… Herhangi bir ismin üzerinden gidince bazı dostlarımın nefislerine dokunup tepki vermesine neden olmamak için isimler üzerinden gidip yanlışlarını inatla sürdürmelerini istemiyorum. Bu yüzden konuya farklı bir açıdan bakmaya çalışıyorum… Peki bunun bir faydası olur mu? Yani paylaşılırsa neden olmasın! Kolaycılıklara ibzal eylediğimiz paylaşma gayretinin binde biri bile yeter özlediğimiz rönesansın ışımasına. Ama anlamak için, anlamayı öncelikle istemek lâzım… Gerisi laf-ı güzaf… Kalın sağlıcakla.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |