Bill Clift'in Karısının Anlatacakları Var!
Sanayi Devrimi, yaşlı bir kadının hatıraları, bir icat ve yitik bir koca... Tam size göre!
"“Yazarlık, kelimelerle yapılan bir işkencedir; en azından kelimelerle kavga ederken eğlenirsiniz.” – Vladimir Nabokov"
"“Yazarlık, kelimelerle yapılan bir işkencedir; en azından kelimelerle kavga ederken eğlenirsiniz.” – Vladimir Nabokov"
Sanayi Devrimi, yaşlı bir kadının hatıraları, bir icat ve yitik bir koca... Tam size göre!
aslında herkesten bir parça hatıra var kırlangıç dizisinde, hepimizin yaşamından kesitler...buda onlardan biri
Bugünün çocukları yarının büyükleri olacağına göre onlara anılarımızı öyküleştirmenin gereğine inanarak ...!!!
Ufak bir çocuk,annesinin kolundan çekip parmağı ile birşey gösteriyor,zıplıyor,sızlıyor.. Ne o balonmu? Ama elinde kırmızısı var.. Ya hayatını boyuyacaksa o mavi.. Olamaz düşünemez hayatına giren ve çıkan insanları,kimim diyememezken.. ısrarla istiyor..
Bir yaz günüydü, her zaman ki gibi hava çok güzel.Güneşli ve bulutsuz bir gökyüzü.Sanki mesai yapar gibi herkes vazifesin de ...
Aşka eşkıya çocukların hayatla hiç örtüşmediği kadar sahici yarınsızlıklarına kırptığım ergen yıldızlardan dökülen sağanaksız pırıltıların, bıyıkları yeni terlemiş acemi çocukluğumun ergenlik sivilceleriyle cebelleşmesinden daha acıydı uzaklardan gelen ölüm haberleri.
Hatıralar artık size kayıtsı kalamayacağım.İşte burdasınız yanıbaşımda.Bazen belirsizleşiyorsunuz ,bazen capcanlı karşıma dikiliyorsunuz.En iyisi varlığınızı güvence altına almak,sizi yok olmamak üzere kayıtlara geçirmek.Hadi bakalım.
Yedi tepeymiş İstanbul evvel zaman içinde. Yürekler de fethedilsin diye belki de her tepesine bir muhteşem Cami yapılmış. Şimdilerde adına gökdelen dedikleri göklere meydan okumaya adanmış heyulalar arasında kaybolsalar da hala yüreklerimizin tepelerindeler.
Zamanın yaşam ve geçim zorluklarına rağmen yine de mutlu bir aile sayılırdık.Yedi kardeştik.Babamın emekli maaşının dokuz kişilik bir aileye yeteceği dengeyi sağlamakta ustaydı annem.En yoksul günümüz de bile annemin tenceresi hep kaynar, çayın altı hiç sönmez ve yanında da memleketinin ketesi hiç eksik olmazdı.
Kurban bayramı gelmekteydi. Komşularımız aldıkları kurbanlıkların sırtlarını ve alınlarını kınalamışlar bahçelerinde, sokakta dolaştırırken biz iki kardeş onlara gipta ile bakıyorduk.
Aklımızdan geçen “acaba babam bizede kurbanlık alacakmı ?” sorusuydu.
Soğuk kış gecelerinde,buz gibi yatakta ısınmak için sarılırken ,fare korkusuyla daha da bir sokuluyorduk birbirimize.Bir süre sonra hamam gibi olana yatağımızda nöbet başlıyordu.Sevmiyordum nöbeti o zamanlar uyku daha
tatlı geliyordu,zaten nöbette de ikiyüzü tamamlayamayan hep ben oluyordum.
Şöyle bir silkelendim, kendime geldim ve çay istedim. Sonra da tostumu ısırdım. Geçmişe akmaya bayılırım. Bilinçaltı çeneleri ben uğraşayım, onu didik didik edeyim, cürretkar bir tavırla canına okuyayım diye var.
Bebekliğim, çocukluğumun bir kısmı, ilk işim, ilk maaşım, yeni işim, hayallerim, geleceğim bu sokaklardaki adımlarımla şekillendi ve şekillenmeye devam ediyor. Anaokuluna Sait Çiftçi’ de gittim mesela. Bir bohçamız olduğunu hatırlıyorum içinde herhafta yıkanıp ütülenen yatak çarşafı, yastık kılıfı, nevresimi taşırdık. Pembe beyez petükareliydi bizlerin ki, erkeklerinki mavi. Anaokulunda