• İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu |
1
|
|
|
|
Ahmet’in suratı, yukarı doğru çekilen kulaklarının acısıyla yamuk bir hâl almıştı. Öğretmen kulağını bıraktığında kulak memesine kadar kan oturmuştu. Tahtaya geçip arkadaşların karşısında mahcup bir halde önüne baktı. Öğretmen, “Bir daha sol elle yazmayacağım.” diye, tekrar etmesini istedi. Ahmet, mırıldayan sözlerle tekrar etti. Öğretmen, bunu beğenmedi. Bir kez daha hızlı tekrar etmesini istediğinde cılızca konuştu. Arka sıralarda bacak bacak üstüne atan öğretmen, sinirlendi. “Hızlı hızlı! Olmuyor böyle! Gür sesle bir daha söyle bakalım! Bir daha sol elle yazmayacağım!”
“Bir daha sol elle yazmayacağım!” |
|
2
|
|
|
|
Ablam dedim ama siz bakmayın, o artık erkek oldu ve babam adını Halid koydu. “Nasıl yani?” demeyin. Burada erkek evladı olmayan aileler, köylülerce yadırganırlardı. Babam, sırf mahcup olmamak için ablam Figan’ı köyün on iki ihtiyarı karşısında Bacha Poşh âdeti ile yemin ettirerek henüz küçük yaşlarda erkekleştirmişti. Ablam artık erkek gibi olmuştu. Törenin ardından babam, ablamın kulağına, “Sen artık kız değil, erkeksin. Her yerde böyle davranacaksın.” diye, fısıldamıştı. |
|
3
|
|
|
|
Murat uzun bir süre sustu. Sinirinden dudaklarını ısırdı. İçinden babasına öyle şeyler söylemek istiyordu ki, imkânı olsa kapıyı çarptığı gibi özgürlüğüne koşacaktı ama yapamazdı. Kebapçı dükkânın önüne geldiklerinde babası arka tarafa geçip son kalan küçük güğümü oğluna uzattı. Tezgâhının önünden geçerken burnunda tüten döner kokusuyla Murat’ın içi geçti. Masada yemek yiyenlere baktı. Hesabı kitabı bir yana bırakıp karnı doyuncaya kadar kebap yemenin keyfi nasıldı acaba? |
|
4
|
|
|
|
Asuman evin en küçük kızıydı. Yüzü ay parçasıydı. Saçları parlak ve kuzguni renkteydi. Burnu küçük, gözleri badem gibi çekik, kaşları ise kavisliydi. Beş yaşını yeni bitirmişti. Hareketli bir çocuktu. Yakında okula gideceği için çok sevinçliydi. Birkaç dönümlük tarlalarında babasıyla annesi çalışırlarken o, iki kız ve iki erkek kardeşleriyle birlikte yatsı ezanına kadar oynarlardı. Zaman zaman da anne ve babasının isteklerini yerine getirirdi. Asuman harmanda en çok öküzlerin çektiği dövenden hoşlanırdı. Altı sivriltilmiş taşlarla döşenmiş dövene ayakta binerken, altın sarısı başakların üstünde tıpkı masallardaki kahramanlar gibi mutluluktan uçtuğunu hayal ederdi. |
|
5
|
|
|
|
Yaklaşık 20 sene önce bir abimizin 5 yaşındaki oğlunu gece 3, 4 sularında apar topar acile götürmüştük… Minik Burağın ateşi bir hayli yüksekti. Yavrucuk yükselen ateş sebebiyle kusmaktan, kusmaya çalışmaktan bitap düşmüş, burnu ile nefes almakta zorlanır hale gelmişti. O pempecik yanakları sararıp solmuş, gözlerimizin içine yarı baygın bir şekilde bakıp duruyordu…
|
|
6
|
|
|
|
Ne olursa olsun o çelik kelebeği, o akıl almaz gücü… bütün gücümle çakacağım gökyüzüne…hırsla değil…inatla değil.
Sadece yüreğimin isteğiyle, ruhumun açtığı cepheyle, ışık göstergeleriyle, kozmik bir azimle….
Saçların yıldızları ışıldasın…dilin…
|
|
7
|
|
|
|
Artık Deniz bağımsızdı, dilediği işi yapabilirdi; onu kimse tutamazdı. Deniz aldı yürüdü, ülkenin bir numaralı mankeni oldu.
ERDEN ERKİN |
|
8
|
|
|
|
Dışarı çıktım. Hafif, incecikten bir yağmur yağıyordu. Arabama bindim, silecekleri çalıştırdım. İçimde derin bir hüzün...Nasıldı bu insanlar, aman Allahım, para için insanlıklarını bile unutmuşlardı.
ERDEN ERKİN... |
|
9
|
|
|
|
Arada rakısını yudumlarken iki damla yaş süzülüyordu yanaklarından ama ne yapsındı, bu işler böyle dönüyordu...
ERDEN ERKİN |
|
10
|
|
|
|
Bu işte en çok onlar sıkılıyordu. Onlar kim mi? Küçük masanın üstündeki gazeteler. Ne zaman bu iki kardeş mutfakta kahvaltı yapsalar, kahvaltı bittikten sonra gazeteleri kıvırıp çöpe atıyorlardı. İşte ondan sonra gazetelerin yok olma süreci başlıyordu... O büyük gazetenin magazin sayfasıydı bu gün altta kalan, ’’Altta kalanın canı çıksın misali.’’ canı çıkacaktı çıkmasına ama, çıkarken de bir işe yaramalıydı. Çöpe atıldıktan sonra en çok istediği şey, soğuktan titreyen bir çocuğun eline geçip, ateşe koşan pervaneler gibi yanıp kül olmak, kül olunca da bir işe yaramışlığın verdiği huzurdu. Gerçi külleri bile kainata dağılıp gidecekti, hiç bir şey hissetmeyecekti, ama işte o bir işe yarayacak olmak, yok mu? Ne güzeldi o... |
|
11
|
|
|
|
Bu görevli neden insanların kötü şeyler yapmak için kullanabileceği şeyleri onlara sunuyordu? Bu işe neden girmişti, niye oradaydı? |
|
12
|
|
|
|
Her gün bahçede olsun, ev de ya da pencerede olsun fosur fosur sigara içer, sigara içmez adeta sigarayı yer. Çocuk aklımızla her gün o kadar sigarayı nasıl içer diye bizde şaşakalırız... O zaman daha çocukların bakkaldan sigara alma yasağı yok. Çağırır bizi, ’’Loçkaaaam şuradan bana bir yedi sekiz paket birinci sigarası alıver kuzum.’’ Biz de hiç ikiletmeyiz sigara alımını, hemen bir koşu zıplar, Fikret Bakkaldan alır geliriz. Bahşişimizi hiç eksik etmez, on kuruş, yirmi beş kuruş neyse elimize sayar... |
|
13
|
|
|
|
Üretim kurallarını anlatmaya başlamadan önce kuşların yağlanmasının önüne geçilmesi gerektiğini belirtmek isterim |
|
14
|
|
|
|
Burada her türlü insan var. Anasını kesen, babasını soyan, çocuğunu doğrayan ne ararsan var.Hele İstanbul’dan gelen iki tinerci daha gelir gelmez bizim ormancı Hüseyin’in oğlu Cabbar’ın suratını kesti. Geçenlerde iki paket sigaramı çaldılar. Traş kolonyamı bile içmişler. O gelen tinerciler yapmış. Gardiyanlar bile bir şey demiyor. “Birbirinizi idare edin. Kardeş kardeş yatın. Siz artık bir ailesiniz.” diyorlar |
|
15
|
|
|
|
Yaşananlar bir gün anı olur.
Gün gelir şiir olur, öykü olur çıkar karşıma.. |
|
16
|
|
|
|
Hayallerimizi aldılar. Hiç değilse düşlerimizi, kişiliklerimizi, kırıntıları kalmış özgürlüğümüzü almalarına #HAYIR DİYELİM Mİ? |
|
17
|
|
|
|
“Öğrenmenin yaşı olmazmış ama, keşke bunları daha genç yaşlarda öğrenmiş olsaydım,” diye hayıflandım birkaç kez… |
|
18
|
|
|
|
Evi de yoktu. Sağlıksız, virane görünümlü, boyasız, sıvasız, rutubetli küçücük bir odada kalıyordu. Burası bir dükkândan bozma bir mekândı. Ev desen eve benzemiyor, dükkân desen dükkâna benzemiyordu.
Yalnızdı. Yapayalnız. Karısı, çocuğu, akrabası kimsesi yoktu. Bu yüzden gamsız, kedersiz, umarsız olmuştu. Beklediği, istediği hiçbir şey yoktu. Nasıl olsa ölecekti. Niye bu dünyayı kendine zehir edecekti? Bir döşek, bir yastık, bir battaniyesi vardı ya, kuş tüylü yatağı, yorganı olsa ne yapacaktı? |
|
19
|
|
|
|
Kara bibersiz ve pul bibersiz yemek mi; aman Allah etmesin. Kara biberde aslında kara değil ama, işte öyle koymuşlar adını, biraz hakiye kaçan bir rengi var. Pul biberin içinde de pul yok zaten. Ona kırmızı biberde derler, bir normali var bir de acısı var, sonrada isot diye acının katmerlisi var. Yandım Allah çektiren cinsinden... |
|
20
|
|
|
|
Geçen mutfakta ki kaşıklar aralarında konuşuyorken şahit oldum. Birisi ’’Yahu bu Ahmet ağabey epeydir bizi eline almıyor, eskiden ne güzel onun bardağına girer şıkır şıkır sesler çıkartırdık, müşterilere de ikram ederlerdi, onlar da kaşıkları şakırdatırdı, ne güzel olurdu, bize de onlara da müzik gibi gelirdi.’’ |
|