"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Hikâyeler klişeleri sevmez. Bu nedenle zengin oğlan fakir kız teranelerinin yanına bile yaklaşmayacağım. Peri masalları kılçığı, pulları temizlenmiş balık gibidirler. Ateşte pişse bile is kokmazlar. Öyküler yaşamların içinden geçer. Parmak uçlarına basarak değil, ökçeleriyle kaldırımları sallayarak hem de… Onun balıklarının zehirli dikenleri vardır. Çiçeğe kesen baharları apansız aldanıverir. Ansızın gün ortasında kar başlar. Dallar üşür, filizler söner, çiçekler dökülür pul pul. Öykülerin sağı solu belli olmaz. Tavşan çıkaran şapkaların dibi delinir bazen. Bulutlar toprağa serilir, yağmurlar ağaçları yerinden söker. Yeni evlerinde bir seneleri bile dolmamıştı daha. Saten badanalı duvarlara bakmanın hevesini, fayansları okşamanın sevincine bile henüz doyamamışlardı. Lodos kocaman bir yıl bekleyip geri geldiğinde ikisini de kan uykularında alıp götürmüştü. Gerisi boş laf, gözyaşı, hıçkırık ve ah ile vah ile dövülmekten morarmış dizler… Susarak da olmuyordu ki. Bir şeyler söylemeli insan. İçinin zehrini dökmeliydi. “Ağla oğlum,” demişti halası. “Ağla sakın tutma kendini. İçine atarsan dert sahibi olursun. Ağla, ağlamanın utanılacak nesi var? İnsanın anne ve babasını aynı anda yitirmesi, aynı anda toprağa vermesi zordu. İçinde cenazeleri öylece bırakıp kaçma isteği duyuyordu. Bu küçük kentin bütün evlerini geride bırakıp ıssız ovaya, uzak dağlara kadar koşmak istiyordu. Bütün yaşadıkları bir rüya olsun, bütün yaşadıkları geride kalsın. Uçup gitsin. Hiçbir şey değişmese bile doya doya, kana kana bağıra bağıra ağlamayı istiyordu. Lodosun aldığı iki yaşamdan geride kalan evin kızı abisinden farklı düşünceler içersindeydi. Acısı abisininki kadar derin ve yoğundu ama onunki aynı zamanda pişmanlıklarla yüklüydü. Annesinin babasının ısrarına rağmen inatla direnmiş Selahattin’le evlenmişti. Aşkın gözü kör, kulakları sağır, çenesi de düşükmüş. Güzel sözlere kanmamak elde mi ki? Daha düğün sırasında sorunlar başlamıştı. Kaynanası olacak kadın devlet nikâhı yapılmasına bile karşı çıkmıştı. Takılan altın ve paralar yangından mal kaçırılır gibi daha misafirler gitmeden gelinin üzerinden alınmıştı. Para pul önemli değildi ama neden böyle davranma gereği duymuşlardı. Bu devirde iki tane kayın birader, kaynana, kayın peder ve bir görümce ile aynı evde yaşamak kolay mıydı? O Selahattin’in sevgilisiyken bir anda evin hizmetçisi oluvermişti. Üstelik ne yaptığı yemekler ne de yıkanın çamaşırlar insanları memnun etmiyordu. Uzun sürmesi zaten mucize olurdu. Evlendikten iki ay sonra sevgilisi Selahattin anne ve eşi arasında sıkışıp kalmış zavallı bir erkek oluverdi. Bütün ışıltısı döküldü, gerçek resim ortaya çıktı. Üstelik doğru düzgün bir işi ve kazancı da yoktu. Bu nedenle “biz artık ayrı bir eve çıkalım Selahattin,” diyemiyordu. Öykülerin sağı solu belli olmaz. Sokaklar sakin bir akşamın kaldırımlarında uyuklarken bombalar patlar. Her şey birdenbire değişir. Otomobiller yanar, ağaçlar bile tutuşur. Ertesi sabah yabancı bir kentte uyanmışsınız hissiyle dolaşıp durursunuz. Bakkal Kazım, Berber Çetin, köşedeki sarı boyalı eski konak olmadan gördüklerinize gözleriniz bile alışamaz. Yine gemiler geçer, siren sesleri yalar duvarları ama hep bir şeyler eksiktir. Ve bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Uzak bir diyarda küçük bir çocuk bütün gözlerden ırak kozadaki ipek böceği herkesten habersizce büyür. Okumayı iki yaşında öğrenir. Üç yaşında kemana başlar. Sekizinde bütün dünyayı kendine hayran bırakır. Her yay çekişinde, her bir telin tınısında milyonlarca gökkuşağı saklıdır. Gözlerinize, kulaklarınıza inanamazsınız. Selahattin’in ilk tokadı aradan yıllar geçmesine rağmen ilk günkü tazeliği ile hala belleğinde durur. “Bu böyle olmayacak. Ben de bir işe gireyim. Ne dersin. Sırt sırta verelim. Kendimize ait bir yuva kuralım,” demişti. Gecenin bir yarısı herkes uykudaydı. Zaten sadece geceleri baş başa kalabiliyorlardı. Selahattin’in tokadı hiç beklemediği bir anda suratının ortasında patlamıştı. Sesi kireç badanalı duvarları delip öteki odalara kadar ulaşmıştı. “Sen orospu mu olacaksın, derdin ne senin? Aç değilsin, açık değilsin. Otur oturduğun yerde.”demişti. Sonra da öfke ile yataktan kalkıp balkona çıkmıştı. Bu tokat sadece yüzünü acıtmadı, yüreğindeki bütün güzel resimleri, düşleri ateşe atıp yaktı. Selahattin birkaç saat odaya gelmemişti. Üst üste sigaralar içip öfkesinin geçmesini beklemişti. Selahattin balkondan yatağa döndüğünde o hala gizli gizli ağlıyordu. Gecenin bir vaktinden sabaha kadar gizli saklı ağlamanın ne olduğunu kimse onun kadar iyi bilemezdi. Sel bütün gücüyle yüreğinizin bendine gelip yükleniyor. Siz onu salıvermek yerine göğüs kafesinizi binlerce kez ezmesine razı oluyorsunuz. Ne dayanılmaz bir acı, yamayan bilmez.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |