..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Pek çok doktorun yardımı ile ölüyorum. -Büyük İskender
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > seyfullah ÇALIŞKAN




21 Ağustos 2004
Altmış Kontürlük Aşk  
seyfullah ÇALIŞKAN
Ama yine de seninle bir daha görüşmeyelim. Böyle giderse iş iyice çığırından çıkacak. Sana bir şey olmasına, benim yüzümden başına bir şey gelmesine katlanamam. Eğer sen aramazsan ağabeyim sana ulaşamaz. Çok baskı yaptılar ama evinin telefon numarasını on


:BIGI:
Altmış Kontörlük Aşk
Ne olur biraz daha sabırlı ol. Lütfen, ama yine çok abartıyorsun. Ağzından yel alsın. Bizim aşkımız ahrete filan kalmayacak. Niye son nefesime kadar bekleyeyim? Adın aklıma düştüğünde gözlerimde canlanan pırıltı sönmeden geleceğim. Yüzümdeki gülücükler susmadan.
Ansızın, habersizce çıkıp gelmeyi istiyorum. Sabahın alaca karanlığında oradan geçen bir otobüs beni yol kenarında indirsin. Ben kapıyı çaldığımda sen uykunun en tatlı, en sıcak, en güzel yerinde olmalısın. Kapıyı çalan ben olduğum aklının köşesinden bile geçmesin. Bu saatte beni rahatsız eden bu münasebetsiz de kim acaba diye kapını biraz öfkelenerek açmalısın. Beni gördüğünde bir an için kararsız kalıp , sonra telaşa kapılmalısın. Etrafa saçtığın giysilerin bir kaçanı benden gizlemek için alel aceleyle toplamalısın. Karlı bir kış günü olmasın ama. Sokakları esir almış cehennem gibi bir yaz da olmasın. Ya bütün ağaçlar çiçeğe durmuş olsun. Ya da yerlerde kırmızı yaprakları yığın yığın şiir gibi bir sonbahar…

Seni yarın akşam yine arayacağım. Kendine iyi bak. Telefonun kadranı sıfırı göstermeye başladı. İyi akşamlar canım. İyi akşamlar bir tanem. Telefondaki sesin, yine sözlerin bitmeden kesilmesin. Cümlelerim yarım kalmasın. Öyle olduğunda çok kızıyorum. Seni yüz üstü bırakmışım gibi, kendimi suçlu gibi ve kötü hissediyorum. Seni seviyorum. Bütün gün aklını benimle meşgul et demiyorum. Ama arada sırada beni hatırla. Olur mu? Bir gün mutlaka yanına geleceğim. Çok yakında değil. “Bir iki hafta içinde, bu ayın sonunda geliyorum.” diyemem. Ama bir gün mutlaka çıkıp geleceğim.
     
Üç aydır onunla her gün telefonda konuşuyoruz. Her akşam işten çıkınca postaneye gidip altmış kontörlük bir kart alıyorum. Duvarın kıyısında dizili kulübelerdeki ankisörlü telefonların birinden onu arıyorum. Arayacağımı bildiği için saat beşi geçtiğinde oda telefonun çalmasını bekleme başlıyor. Çoğunlukla daha ilk zil sesinde ahizeyi kaldırıp “Alo” diyor. Her akşam o cılız, cızırtılı sesten kurulmuş köprüyü geçip ona gidiyorum.

Telefonlar aşığın halinden anlamazlar. Halden anlamak bir yana bazen aramıza girerler. Bazı akşamlar heyecanla postaneye koşup sevgilimi aramak için telefona sarıldığımda bir türlü ona ulaşamam. Öfkem beni deliye çevirir. İçimden bütün kulübeleri yıkıp, bütün telefonları koparıp yerlere fırlatmak geçer. Tanımadığım, yabancı bir kadın sesi “Aradığınız telefona şu anda ulaşılamıyor. O istikametteki bütün hatlar dolu olduğu için bir müddet sonra yeniden arayınız.”diyor. Bazen bunu birkaç dilde birden söylüyor. Sevgilime bu kadının kim olduğunu sordum. “Kim bu kadın? Bizden ne istiyor? Neden İkide birde seninle görüşmeme engel oluyor ?” dedim. Sadece güldü. Başka bir şey söylemedi.

Bu kadının bizimle mutlaka bir ilgisi olmalı. Çünkü sevgilimle aramızı bozmaya çalıştığı gün gibi aşikar. Belki de bende gözü var. Tanımam etmem, o kadınla ne işim olur? Okumuş kadın. Birkaç dil biliyor.. O’na benden başka erkek mi yok? Elini sallasa ellisi. Bırak artık yakamızı. Bizim senle hiç bir alıp veremediğimiz yok. Rahat rahat konuşalım. Yeter…

Sevgilim seni herkesten saklıyorum. Akşam üzeri beni telefon kulübesinde seninle konuşurken görenleri görmezden geliyorum. Soranlara da yalan söylüyorum. Bana seni sorsalar, köşeye sıkışsam örneğin, seni anlatmak kaçınılmaz olsa. Nereden, nasıl başlayacağımı bilemem. Her şeyi göze alıp anlatsam. Dinleyene akıllı, anlaşılır gelebilir mi? Bilmiyorum.

Bu kasabadan otobüse binip, yola çıkınca yirmi saat sonra İzmir’e varılır. Ormanları, yüksek dağları, gölleri, büyük ovaları, denizi, körfezi geçip gideriz. Çoğunu gece karanlıkta geçtiğimiz için de onlarca kez gelip geçtiğimiz yerlere yabancı kalmayı başarırız.

Günler çok uzunken, yaz ortasında ben yine bu kasabayı kendi haline bırakıp İzmir’e gitmiştim. Sabah sokaklara sıcak çökmeden kendimi dışarı atıp Konak’ta, Gültepe’de, Karşıyaka’da, Kemeraltı’nda, Çankaya’da Alsancak’ta fink atıyor, eski günler, ilk gençlik yıllarımı arıyordum. Tanıdık mekanlara ve akrabaları ziyarete filan gidip karanlık çökünce otelime dönüyordum. O yıl ilk defa akrabalarıma yatılı misafir olmak yerine geceleri otelin birinde tek başıma olmayı seçmiştim. Genelde yemekten sonra odamın balkonunda radyo dinleyerek ve kitap okuyarak uyku saatimi bekliyordum. Yanımda da emaneten bir cep telefonum vardı. Bir arkadaşım belinden çıkarıp zorla vermişti. Yabancı yerde, evden uzakta lazım olurmuş. Başıma bir hal gelirse, birini arayıp gece, gündüz demeden yardım isteyebilirmişim.

Bizimki kel başa şişir tarak. Bal gibi de biliyorum. Gidip kendime son dört rakamı doğum tarihim olan bir kart aldım. Telefon numaramı hiç kimse bilmiyor. Bu nedenle arayanım soranım da yok. Günlerdir boşu boşuna gezdirip duruyorum. Kendimi cep telefonum var diye caka satan insanlar gibi hissediyorum. Emanet telefonu kalabalık bir yerde çaldıracağım o olacak. Bazen yanıma almayı da unutuyorum. Alışmamış belde telefon mu durur?

Gece saat on gibi balkondaydım. Geceyi şiirle çekilir kılan bir radyo kanalını dinliyordum. Telefon bir kez çaldı. Elime alıp bakıncaya kadar çoktan sustu, sesi soluğu kesildi. Buna çağrı bırakmak dendiğini çok sonradan öğrendim. Az sonra yeniden çaldı. Bir kez çaldığı için alo demeye yine yetişemedim. Bilmediğim bir numarayı aramak “ Ne istiyorsunuz ?demek de istemiyordum. Zaten sim kartımda kayıtlı olan üç beş numaradan biri de değildi. Bu olay o gece dört beş kez tekrarlandı. Birisi numarayı yanlış çeviriyor olmalı diye düşünüyordum. Hani tanıdık bir numara olsa arayacağım. Boşu boşuna arayıp kontörüm gitsin de istemedim.

Ertesi akşam otele biraz canım sıkkın döndüm. O gün eski bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Arkadaşımla eski yıllarda iyi kötü, zor ama güzel zamanlar paylaşmıştık. Belki biraz da o eski günleri, yıllan öncesinden aklımda kalan samimiyeti ve sıcaklığı bulmaya gitmiştim. Zaman bana oyun oynamış. Ben farkında olmadan bir şeyler değişmiş. Çok hızlı ve hatta her şey bambaşka olmuş gibiydi. Belki gözden ırak olmak beni yürekten de ırak etmişti. Adamda yıllar önceki o sıcaklığın, yakınlığın, arkadaşlığın zerresi bile kalmamıştı. Zar zor bir bardak çay içip kuru kuru hal hatırı bile zor sorabildik. Nezaketen bile olsa “ Aç mısın? Açsan birlikte bir yerlere gidip bir şeyler atıştıralım.” gibi sıradan bir teklifte bile bulunmadı. On dakikalığına işine ara verse ona da razıydım. Bana resmen görünmez adammışım gibi davrandı. Bunu beklemiyordum. Onun yolu benim kasabama düşse onu haftalarca yüksünmeden misafir ederdim. Kendime çok yakın görüyordum. Yanılmıştım. Onu görmeye gittiğim için kendime kızdım. Vapura atlayıp karşıya geçtim.

Odama çıktım. Duş almak için soyunurken benim emanet telefon yine çaldı. “Kendi kendine çalıp dursun.” dedim. Aldırmadım. Duşa girdim. Banyodan çıkınca ekranına baktım. Ben duştayken de telefonum aranmış. Üşenmedim, beni arayan kişiye bir mesaj yazdım. Telefon kullanmaya da yabancı olduğum için mesajı yazmak epey vaktimi aldı. “ Beni neden aradığınızı bilmiyorum. Yorgunum, canım sıkkın, usanmışım. Sıcaktan uyuyamıyorum. Kafayı takıp sapığınız olursam. Ne yapacaksınız?”

Mesajdan sonra telefon yine çaldı. Arayan numarayı telefonuma kaydedip ilk kez ben de onu aradım. Telefonunu uzun uzun çaldırdım. Ama açmadı. Ona yeniden mesaj yazdım. Mesajımda “ Biliyorum. Siz başkalarını rahatsız ederek mutlu olacak biri değilsiniz. Beni biriyle karıştırdığınızı düşünüyorum. Canınız bir şeye sıkılmış olabilir. Belki de çok yalnızsınız. Bir ses bir soluk istiyorsunuz. O kişi ben değilim. İyi geceler.” diyordum. O gece beni bir daha aramadı. Ertesi sabah telefonuma bu tanımadığım kişiden bir mesaj gelmişti. “ Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim. Söylediğiniz gibi ben bir sapık değilim. Yazdıklarınız çok güzeldi. Beni af edin.”diyordu. Sabah ona bir yanıt yazdım. Yanıtımda “ Sizi elbette af ediyorum. İşin tatlıya bağlanmasına sevindim. Güzelliklerle kalın emi.” demiştim.

Mesaj trafiğinden iki gün sonra yine akşam otele yeni döndüğüm saatlerde telefonum çaldı. Ama daha önce olduğu gibi bir kez çalıp susmadı. Telefonu açtığımda çok tatlı bir bayan sesi yalvarıp yakarıyordu. Daha önce arayıp özür dileyemediği için üzüldüğünü anlatıyordu. Kontörü bittiği için hatasını telafi etmekte geciktiğini söylüyordu. Çok rahatsız olmadığımı, ortada büyütülecek bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım. Konuşmama izin vermediği için benimkiler gak guk gibi kaldı. Kelimeleri ağzımın içinde yuvarlamaktan fazlasını yapamadım. Konuşma bitmeden önce benim çok iyi biri olduğumu anlatıyordu.

Diğer erkekler gibi çabuk kızmıyormuşum. Beni rahatsız etmesine karşılık ona çok iyi davranmışım. Olsam olsam sevgi dolu bir insan olabilirmişim. Eğer izin verirsem benimle yine görüşmek istermiş. Benim gibi hoşgörülü insan sayısı çok azmış. Tesadüfen bile olsa benim gibi biriyle karşılaşması çok güzelmiş. Hatta ona arada bir mesajlar yazabilirsem kendini çok mutlu hissedermiş.

Yazdığım birkaç mesajdan çıkarılan sonuçlar anlaşılır gibi değildi. Kulağa sanki gönlümü almak için, kendimi iyi hissetmem için özenle seçilmiş cümleler gibi geliyordu. Bu kadar güzel cümleyi bir arada duymak hoşuma gitmişti. Bana kendimi “Ben neymişim? Meğer ne harika bir adammışım.” diye düşündürdü. O geceki yalnızlığıma da çok iyi geldi. Nasılsa tekrar aramaz diye “Elbette istediğin zaman arayabilirsin” gibisinden yarım ağızla bir şeyler söylemiştim. Konuşma bitince en çok bu sözlerime takıldım.

“Nasılsa aramaz” şeklindeki düşüncemde bal gibi de yanılmışım. Ertesi gün beni yeniden aradı. Hatta bir kez de gece aradı. Kırk yıllık dost gibi oradan buradan konuştuk. Sesi çok hoş ve sımsıcaktı. İtiraf etmeliyim ki; onunla sohbet etmek hoşuma gitmeye başlamıştı. Hatta onu memnun etmek için daha sonra şiir tadında mesajlar bile yazdım. Mesajlarımı yanıtlamadı ama konuşurken onları çok sevdiğini özellikle vurguladı. Mesajlarımın sürmesini, onu bu güzel mesajlardan mahrum etmememi istiyordu.

Bir keresinde telefon edip hiç rica minnet etmeden benden ona kontör göndermemi istedi. “Bütün kontörlerimi zaten sana harcıyorum.”dedi. Benden yararlanıyor mu gibi düşünmek bir yana bu tavrı çok hoşuma gitti. Söylediği doğruydu. Bu kadar pervasız davranması onu kendime yakın hissetmemi sağladı. Seve seve ona istediğinden çok daha fazla kontör gönderdim.

İzmir’deki günlerim sona ermeden ona cep telefonumun emanet olduğunu, sahibine iade edeceğimi söyledim. Bana sürekli ulaşabileceğim sabit bir telefon numarası verdi. Son zamanlarda o bana ulaşmakta zorluk çektiği için çoğunlukla ben onu arıyorum.

Aylarca telefon sohbetlerimiz günlük olağan şeyleri paylaşarak sürdü. Hal hatır sorma ile başlayan diyaloglar, havadan, sudan, işten , güçten, o gün yaşadığımız can sıkıcı bir olay yada günümüzü güzelleştiren sevindirici bir gelişmeden söz ederek biterdi. Zaman içinde rüyalarımızı, umutlarımızı ve düşlerimizi de konuşmaya başladık. Konuştuklarımızın sınırları iyice genişledi. Canım, cicim, tatlım, şekerim, fıstığım, bir tanem gibi sıfatlar cümlelerde çokça boy göstermeye başladı.

Her geçen gün konuşurken kullandığımız cümleler yavaş yavaş utangaç ve çekingen kabuğundan sıyrılmaya başladı. Kelimelerin rengi, İlişkimizin boyutu, telefon arkadaşlığını aşıp flört tadına ulaştı. Yüz yüze olmanın insanı beceriksiz eden gerçekliği olmadığı için samimiyetimiz hızla ilerledi. Telefonda her şeyi kolayca söylemenin arsızlığından kapılıp aşka dair cümleler dillendirmeye başladık. Artık birbirimiz için deli, meczup hatta sefil, perişan oluyorduk..

Son üç aydır telefon tellerinden can bulan, tellerden kan gibi sımsıcak akan bir aşkı paylaşıyoruz. Eğer teller bizi duyabilseydi, ruhumuzdaki tayfunları, içimizdeki coşkuyu hissedebilseydi yemyeşil sarmaşık olurdu. Domur domur çiçek açardı. Bilmiyordu… Öte yandan telefon tellerine mahkum bir aşkı paylaşmanın, sözcüklerin bir adım ötesine geçememenin çaresizliğiyle içim eziyordu.
Bütün anlattıklarım arabesk bir şarkının sözlerine benziyor. “Böyle bir aşk gördünüz mü?” Ben daha önce böylesini ne gördüm, ne de duydum. Üstelik cümleler yaşadıklarımı ve hissettiklerimi anlatmakta çok yetersiz kalıyor. Başkasına anlatmak , paylaştığım kişinin beyninde istediğim etkiyi yaratmak imkansızlaşıyor. Anlaşılmak bir yana dinleyende mizah yaptığım gibi bir sonuç oluşmasını engelleyemiyorum. Beni anlamak için yalnızlıktan geberiyor olmanız gerek. Bu sizde kocaman bir çöküntü, üstelik depresif bir etki yaratmalı. Yaprak kımıldamayan duygu dünyanızda yalnızlıktan üşüyor olmanız gerek. Belki de zerrece anlaşılmayı bile amaçlamamalıyım. Altmış kontörlük aşkımı içimdeki en uzak köşede saklamalıyım.

     Sevgilim, telefonun öteki ucundaki eşsiz çiçeğim. İyiyim işte.. Ne olsun. Bu gün hava çok sıcaktı. “Bu sıcakların sonu iyi değil. Yağmur sıcağı bunlar.” diyorlar. Seni özlüyorum. Eğer elimde olsa ilk otobüse atlayıp sana gelirdim. Elbette sana sarılmayı, kokunu içime çekmeyi istiyorum. Konuşurken gözlerine bakmayı da .. Saçlarında rüyalara dalmayı, “Kırmızı kazağın ne güzelmiş. Bu sabah çok güzelsin ” demeyi, sahilde çay içip, sohbet etmeyi de istiyorum. Keşke mümkün olsa da şimdi sen çıkıp bana gelebilsen. Şu anda yavaş yavaş sahil, parklar, sokaklar tenhalaşıyor. Yine tam senin sevdiğin gibi bir akşam olacak. Güneş denizin üzerinde santim santim sulara gömülerek batacak.
Konuşurken kalan kontörleri saymak yerine seni saatlerce dinlemek istiyorum. Hiç konuşmasan bile zararı yok. Ben seninle susarak da saatler boyunca sıkılmadan oturabilirim. “Acıktın mı, susadın mı?” diye sormak, ekmek arası döner yemek, birlikte şarkılar mırıldanmak istiyorum. Gökyüzünü, yıldızları, geceyi, gündüzü, seninle yaşanabilecek her şeyi ama her şeyi istiyorum. Karanlık inince seni evine bırakmak, sokağın başına kadar seninle yürümek istiyorum.
     Ses tonundan senin nasıl olduğunu anlamaya çalışmak istemiyorum. Biten altmış kontörün ardından postane önündeki kulübeden ayrılıp hüzün yüklü olarak evime gitmek istemiyorum. Aklımda binlerce kelime biriktirip hiç birini söyleyemeden telefonu kapatmak ayrılmak istemiyorum.
     Nar tanem, ikimiz de suçluyuz. Yağmurda birlikte ıslanmayı bile beceremiyoruz. Ne sen bu kasabaya gelebildin. Ne de ben senin yaşadığın kente… Rüzgarda savrulan saçlarını görmedikten sonra ben bu aşkı ne yapayım. Seni kontör kontör sevmek istemiyorum. Sözcüklerin en tılsımlısı bile bana usulca dokunan dudağının sıcaklığı kadar çok şey söyleyemez. Ben seni öpmek istiyorum.

Biz her akşam cümlelerle tam altmış kontör sevişiyorduk. Saatin beş olduğunu gösteren yelkovan on iki rakamının üzerinden azcık ileriye doğru kaydığında konuşmaya başlıyorduk. Altmış kontör her akşam başka bir kılıkta telefonun metal yuvasına akıyordu. Bir akşam Zeugma Mozaikleri, diğer akşam MTA Tabiat Müzesi, daha sonraki bir akşam ise Türk Halk Çalgıları oluyordu. Bazen Telekom Türk filmlerinin kadrolu kötü Adamı Erol TAŞ gibi davranıyordu. Kontör sürelerini kısaltıp görüşmemizden saniyeler, sesimizden onlarca cümleyi haberimiz bile olmadan çalıyordu. Uygulanan her yeni tarife bize düşman, sabırsızlıkla beklediğimiz akşamların hırsızıydı.
Sevgilim, seni çok özledim. Yağmuru özleyen Ağustos, denize kavuşmayı bekleyen ırmak gibi kocaman maviliğine susadım. Lütfen sus. Yeniden başlama ne olur? Yine içinde bulunduğum koşulları, neden sana gelemediğimi anlatmak istemiyorum. Bu konuyu ne zaman konuşsak boşu boşuna üzülüyoruz. En iyisi biz bir süre daha bundan bahsetmeyelim. Yok, sürpriz falan yapmayı düşünmüyorum. O zaman hele bir gelip çatsın. Sana büyük bir sevinçle müjdeleyeceğim. Senin önerdiğin kitabı aldım. Dünden beri onu okuyorum. Kitabın karhamı tam bir fırlama. Sana katılıyorum. Kostas MOURSELAS kesinlikle çok iyi bir yazar. Sadece romanda geçen olaylarla kitabın adı arasında ilgi kuramadım. Romandaki bütün kahramanların saçlarını kızıla boyattığını düşünmüştüm. Kitabı sen önerdiğin için okuduğum her sayfada aklıma geliyorsun. Bazen sesli okuyorum. Sanki sen beni dinliyormuşsun gibi davranmak hoşuma gidiyor.
İki gündür TKY çalışmalarıyla boğuşuyorum. Yüzlerce anket sonucunu tablolara dökmeye çalışıyoruz. Rakamlara uzun süre bakmak insanın başını döndürüyor. En büyük sıkıntım saatlerce oturup oflaya puflaya bu işi yapmak. Hayır, zor falan değil. Sadece pencereden sokağa bakınca benim canımda aylaklık etmek istiyor. Geçim derdi yakamı bıraksa bir dakika bile durmam. Annem hasta diyordun. Tifoyu nerden bulmuş? İyi olduğunu bilmek beni mutlu etti. Seni seviyorum. Bunu bir anlığına bile olsa aklından uzak tutma emi. Seni çok, çok, çok ama çok öpüyorum. Çöllerdeki kum, kutuplardaki buz ve okyanustaki su kadar çok ….
Tam üç ay sonra, bir akşam sevgilime telefonla ulaşamadım. Uzak olunca, herkesin kendine göre ev hali, misafiri, cenazesi, düğünü, bayramı olunca bu olağan sayılırdı. Sonra bir akşam, bir akşam daha… Tam bir hafta ona ulaşamadım. Tam bir hafta sesini duyamadım. İnsanın aklına bin türlü şey geliyor. Kızıyorum, öfkeleniyorum ve en kötüsü meraktan ölüyordum.
Sevgilim hastalanmış. İstanbul’a götürüp hastaneye yatırmışlar. İlk konuşmamızda sinirselmiş deyip geçiştirdi. Sesinin tınısı, sözcüklerinin sıcaklığı azalmıştı. Sevgilimde temizlik ve düzen takıntısı oluşmuş. Arada sırada durup dururken bayılıyormuş. Doktorun verdiği ilaçlar da çok ağırmış. İlaçları içince kendinden geçiyormuş. “Haplarımı içince gözlerimi açmıyorum. İlaçlar beni çok uyutuyor” diyordu. Haftada bir de kontrole götürüyorlarmış.
Hastalığının ardından her akşam altmış kontörlük konuşma ahengimiz bozulmuştu. Bazen iki, bazen üç günde bir görüşmeye devam ediyorduk. Önceki konuşmalarımızı anımsamakta zorlanıyordu. Hastalığından söz etmek istemediği için ne olup bittiğini de anlamakta zorlanıyordum. Meraklı davranarak, onu soru yağmuruna tutarak kırıp dökmekten de kaçınıyordum. Bir haftalık suskunluğun ardından sevgilim geri gelmişti. Ama bir şeyler değişmiş, cümlelerin rengi solmuş, sözcükler havadan sudan konuşmalara, günlük hal hatır sorma kuruluğuna dönmüştü.
Yine bir akşam üzeri onu aradım. Telefonun öbür ucunda sevgilimin yerine bir erkek vardı. Bana kimi aradığımı sordu. Lafı değiştirip “ Bölge Orman Şefliğinden Şinasi Bey’le görüşmek istiyorum.”dedim. Ama telefonun ucundaki erkek bu numarayı yemedi.
Başlatma şimdi Şinasi Bey’in anasına. Seni tanıyorum. Kimi aradığını da çok iyi biliyorum. Kız kardeşimi arıyorsun. Kendini çok kurnaz mı sanıyorsun? Seni bulacağım. Kim olduğunu, nerede olduğunu mutlaka öğreneceğim. Sen öldün. Kardeşimden ne istiyorsun? Şerefsiz herif, cehennemin dibine bile girsen elimden kurtulamazsın. Seni anandan doğduğuna pişman etmezsen bana da Cemal demesinler.
Telefona yanıt veremedim. Donup kalmışım. Telefonu kapatmak bile aklıma gelmedi. Yazdığım cümlelerin yanında onlarca ağza alınmayacak küfrü ses çıkarmadan dinledim. Birini böylesine öfkelendirecek ne yapmıştım? Neden beni öldürecek kadar çok nefret ediyordu.? Çok sonra asıl amacının bana esaslı bir göz dağı vermek olduğunu anladım. Elimin telefona uzanmasını sonsuza kadar engelleyecek esaslı bir korku yaratmayı amaçlamış olmalıydı. Zaten başarılı da oldu.
O numarayı haftalarca arayamadım. Paylaştığımız her şeyin böyle sessizce silinip gitmesine razı olamadım. Son bir kez konuşmak istedim. Telefonunu korka korka aradım. Ağlamaklı bir sesle her şeye nokta koyuyordu. Bütün kapıları sımsıkı kapatarak beni yaşamından çıkarıyordu. Hiçbir şey söylemedim. O konuştu ben dinledim.
Ağabeyim beni çok sıkıştırdı. Ona her şeyi anlatmaktan başka çarem yoktu. Senden çok özür diliyorum. Ağabeyim aşktan filan anlamaz. Bizim görüşmemizi aile namusuna sürülmüş bir leke gibi algılıyor. Ama yine de seninle bir daha görüşmeyelim. Böyle giderse iş iyice çığırından çıkacak. Sana bir şey olmasına, benim yüzümden başına bir şey gelmesine katlanamam. Eğer sen aramazsan ağabeyim sana ulaşamaz. Çok baskı yaptılar ama evinin telefon numarasını onlara söylemedim. Ağabeyimin söyledikleri için, hakaret ve küfürleri için senden özür diliyorum. Sen bunu hak etmedin. Hoşça kal…



.Eleştiriler & Yorumlar

:: (!)
Gönderen: Didem SEVİNÇ KENDİRCİ / İSTANBUL/
26 Ağustos 2004
Gerçekmi?Bu yazdıkların gercekmi cidden?Benim tüm yazdıklarım birebir yaşadıklarımdır hep,izedebiyattakiler bilirler....Peki ya seninde öyleyse...sen bunu yaşamış olamazsın...yada hepimizin veya çoğumuzun yaşadığı gibi kötü bir senaryodan sana düşen rolü kapmış repliğini okumuş ve perdeyi kapatmışsındır...Eğer gerçekse,,içimden tek bişey söylemek geliyor..."Gerçek Sevgi,hiç bir şeye yenik düşecek ve pes edecek kadar güçsüz değildir"Gerçek olmayan sevgi ise değil 60,,..160 kontör bile etmez. Yüreğini ferah tut!Yoo yo merak etme,,Yağmurlarda yürümenin,karanlığa konuşmanın,gözyaşlarının kıymetini bilen biri karşına çıkar demiycem,.Sadece tüm bunları seninle yaşama şansını elde edecek birileri çıkabilir..Çünkü tüm bunlar ve dahası,"sen sen olduğun için" anlamlı,bunu sakın unutma'! Kalemine sağlık.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın deneysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 2 (Son)
Gelincikler Ağlar mı?
Yağmur, Kar, Değermen Çöreği ve Orçun Abi
Selver
Rakı Şişesinden Ejderha Olduk –ıı -
Daldır Kaşığı Yahniye, Sorma Etini Bahri"ye - 1
Gökçeada 3
Öyküler Sokaklara Yağar

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tabanca
Saman Altından Aşk Yürürse
Rakı Şişesine Ejderha Olduk
Gökçeada 3
Ben İşin Kitabını Yazmıştım
Nataşa, Mavra ve Rakı
Güvercinli Yazı - 1
Emekleye Emekleye Emekli
Çaki, Çakmak, Bıcak, Tarak
Acemi Çapkın

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Başka Türlü Bir Şey [Deneme]
Canan [Deneme]
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır [Deneme]
Zaman Sen Yalansın [Deneme]
Nisan"ın Şuçu [Deneme]
Bahar, Badem, Çocuk [Deneme]
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar [Deneme]
Mevsim Türlüsü 2 [Deneme]
Bir Fırtına Tuttu Bizi [Deneme]
Delikanlıyı Bozan Yazılar [Deneme]


seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.