Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
Kadını anlatsam sokaklara ayıp, sadece sokakları anlatsam o kadına haksızlık etmiş olurdum. Karanlık belki de ilk defa doğasına aykırı olarak bize sonsuz bir cömertlikle kucağını açardı. “Akşama bana gel. Kasap dükkânının önünden geçmeden, yan sokaktan gel ama.”diyordu. Ben korkak ve aceleci adımlarla apartmana giriyordum. Merdiven otomatiğini yakmadan üçüncü kata çıkıyordum. Önce yemek yiyorduk. Sonra şaraplarımızı yudumlayarak saatlerce konuşuyorduk. Sürekli konuşmamıza rağmen söylenecek söz bitip tükenmek bilmiyordu. Babaannemin bütün derdi benim mürüvvetimi görmekti. Zaten iki ayağının biri çukurdaydı. He, desem gidip komşunun kızı Nevzat’ı bana isteyecekti. Babaanneme evet diyemezdim. Neden evet diyemediğimi anlatmam ise zaten imkânsızdı. Nevzat kız sanat okulunu geçen yıl bitirmişti. Hanım, hanımcık, becerikli ve çok hamarattı. Tam bizim aileye gelin olacak kızdı. Üstelik soylu, köklü bir aileye mensuptu. Nevzat bu her evin gelin düşü, komşuların gözdesiydi. Sokaklar karalıkla kucaklaşırken ben ona giderdim. “Benimle evlenecek misin? diye sormazdı. Akşama gelirken bunu şunu al da demezdi. O başka kızlara benzemezdi. Bazen geceleri birlikte sokaklara çıkardık. Ya istasyona iner çay içer, yada eski değirmenden bozma su kıyısındaki kahveye giderdik. Yaşlı kahveci yorgun adımlarıyla bize, sundurmanın altına çay servisi yapardı. Kahveci gibi yaşlı bir adam orada her gece cümbüş çalardı. Kimseye aldırmazdı. Ona belli bir şarkıyı çal diyemez, istekte bulunamazdınız. İsteseniz bile size aldırmaz, kafasına göre takılmayı seçerdi. O sadece cümbüş çalardı. Canı ne isterse, içinden ne gelirse onu… Gece yarısına doğru kalkıp sevgilimin evine giderdik. Kapıdan girdiğimizde teninin kokusu başımı döndürmeye başlardı. Kulaklarımızda hala cümbüşün, suyun sesinde eriyip giden nağmelerin ve susmak bilmeyen tutkularımız olurdu. Ben bıkmadan, usanmadan, her gece yeniden tazelenen bir hevesle onu isterdim. Sonra menekşe kokulu teninde yok olurdum. Sabah sokaklar uyanmadan ben giderdim. “Beni uyandır ne olur? Sessizce çekip gitme. Ardından bakayım. Çıkmadan önce sana çay demleyeyim.” derdi. Ama uykusunu bölmeye kıyamazdım. Babaannem Nevzat konusundaki ısrarından hiç vazgeçmezdi. Babama, “Bu çocukta bir haller var. Durumu hiç hoşuma gitmiyor. İpin ucunu çok gevşek bırakıyorsun. Böyle davranırsan bu oğlan başını alır gider. ” diyordu. Şanslıydım, babam ona aldırmazdı. . Sabah herkesle birlikte işe giderdim. Öpmelerden, sevmelerden yorgun ve uykusuz… Yine de içimde kuşlar öter, dilime şarkılar dolanırdı. Anlatsam bile nasılsa kimse beni anlayamazdı. Sırdaşlarıma bile diyemezdim. Akşamla birlikte çöken karanlık buluşma zamanı, sabahın ilk ışıkları ayrılmak demekti. Anneme gidip ben dul bir kadını seviyorum diyemezdim. Okuduğum kitabın birinde yazar herkesi ilginç bir öyküsü vardır diyordu. Bizimkisi öyle değildi. Öykümüz her köşe başında, her sokakta karşılaşabileceğiniz kadar sıradandı. Bizim öykümüzde hüzünler, heyecanlar veya inanılmaz rastlantılar yoktu. Bir sabah onunla sokakta karşılaştım. Belki de sürekli karşılaşıyorduk ama ben farkında bile değildim. İlk dikkatimi çektiği o sabahtan sonra ertesi gün, daha ertesi gün ve onlarca sonraki gün yine onunla karşılaştım. İşe geç kalmak pahasına peşinden gittim. Önce yol üzerinde bir pastaneye girdi. Kahve ve sigara içti. Pastaneden çıkıp caddenin yukarısındaki az önce önünden geçtiğimiz fırına gitti. Oradan çıktığında elinde gazete kâğıdına sarılmış bir ekmek vardı. Hiç acele etmeden sabahın tadını çıkararak yürüyordu. Sonra dar bir sokağa girdi. Dışı kiremit rengine boyanmış bir apartmandan içeri girip kayboldu. Ona birkaç kez izledim. Her sabah sanki işe gidiyormuş gibi erkenden evden çıkıyor, aynı pastanede kahve içiyor ve ekmeğini alıp evine dönüyordu. O sabahların birinde, henüz o beni fark etmemişken onun kahve parasını ödeyip çıktım. Ve o sabahı izleyen birkaç sabah daha… Bu onu kızdıracaktı. Tahmin etmek hiç zor değildi. Sonra bir sabah onun oturduğu masaya gittim. Onu kızdırdığım için özür diledim. “Ben size kızmıyorum. Tanımadığım birine neden kızayım ki?” dedi. Ona sabahları kahvesinin parasını ödeyip kaçan kişi olduğumu söyledim. Yüzünün o halini görseydiniz siz de korkardınız. O bakışlarda benim kahvemden size ne der gibi bir ifade vardı. İçtenlikle ve olabildiğince sevimli görünmeye çabalayarak onunla tanışmak için böyle bir yol izlediğimi açıkladım. Bana, “Benimle tanışıp ne yapacaksın? Seni niye ilgilendiriyorum?” dedi. Hiçbir şey amaçlamadığımı, sadece sabahları sürekli onu gördüğümü ve ilgimi çektiğini anlatmaya çalıştım. Bu hiç kolay olmadı. Ona meramımı anlatırken bir sürü soruyu savuşturmam gerekiyordu. Ve bu tahmin ettiğimden daha berbat bir durumdu. Her şeye rağmen o sabah onunla tanıştım. Masasına oturup onunla kahve içmeme izin verdi. Kahvelerin parasını da intikam alırcasına kendi ödedi. Kasım 2006 Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |