Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
- Konuşulacak bir şey olduğu zaman konuşurum. Beni sıkıştırıp durma… - Amacım seni sıkıştırmak değil. Neden anlamıyorsun ki? - Her şeyi bilmen mi gerekiyor? Sana anlatamayacağım şeyler var. Hadi anlatayım desem anlayacağın ne malum? - Anlayıp anlayamayacağımı boş ver. Önce anlatmayı denesen diyorum. Belki yanılıyorsun. Belki tahmininden bile daha çok anlayacağım. Beni birazcık olsun seviyorsan bu tavrından vazgeç. Bize, ilişkimize bir şans ver. İçtenliğine ne oldu senin? Bu gün konuşamadığımız şeyler yarın bizi ezip geçer. Sonra ikimizde üzülürüz. - Zamanı gelince anlatacağım zaten. Amacım senden bir şey gizlemek değil. - Beklersen zamanı hiç gelmeyebilir. En iyisi şimdi konuşalım. - Tamam anlatacağım. İnceldiği yerden kopsun. - Gel senle şu kahvenin bahçesine oturalım. Önce biraz sakinleşelim. - İnşallah anlattığıma pişman olmam. - Olmazsın, boşuna endişelenme. Parkın içerisindeki en eski ve salaş görünümlü kahvenin bahçesine oturduk. Çayımızı hiç konuşmadan içtik. Garson gelip boşları aldı ve gitti. O bakışlarını çok uzaklara, körfeze, martılara ve gemilere kilitlemişti. Kendi kendine başlasın diye sesimi çıkarmadan beklemeye başladım. Aslında anlatacaklarını dinlemek için sabırsızlanıyordum. Ama elimden geldiğince sabırsızlığımı gizlemeye çalışıyordum. Bir şey sorsam ya da desem onun cesareti kırılacaktı. Dilimden küçücük bir cümle kırıntısı bile dökülüverse konuşmayacaktı. Söylediğimin bir önemi yoktu. Ne söylersem söyleyeyim bahanesi olacaktım. Birkaç kez yüzüme bakıp, gözlerini yine uzak noktalara geri gönderdi. Kararsızdı, bu hali kolaylıkla anlaşılıyordu. Anlatacakları her neyse çok abarttığını düşünmeye başlamıştım. Yüzünde yapışmış gibi duran büyük bir hüzün vardı. Yaklaşık bir saattir hiç değişmemişti. Yavaş yavaş gün dönüyor hava serinliyordu. Uzun bir bekleyişin ardından önce kırık dökük, kopuk cümlelerle kıyısından köşesinden anlatmaya başladı. İlk cümlelerini anlamakta, söyledikleri arasında mantıklı bir ilişki kurmakta zorluk çektim. Sözünü ettiği şey kızı veya telefondaki adam değildi. Kocaman bir yaşam öyküsü anlatıyordu. Neredeyse çocukluğuna kadar uzanan bir öyküyü, büyüdüğü sokağı, genç kızlığını, hayallerini ve uçarı zamanlarını kısa kısa cümlelerle yeniden resmediyordu. İki kez evlenmişti ve bir kızı vardı. Kızı evlendiği iki erkekten de değil, yalnızlığına ortak ettiği başka bir genç adamdandı. Kızına şimdi babası bakıyordu. Önümüzdeki yıl okula başlayacaktı. İlk eşiyle liseyi bırakıp evlenmişti. Mahallesinin afili delikanlılarından biriydi. Evlenmiş demek dile kolay ona henüz çocuk yaşta kaçmıştı. Hayat o yaşlarda herkes için tozpembeydi. Delikanlı Karşıyaka- Konak vapurlarında çaycılık yapıyordu. Kaçtığında yaşı küçük olduğu için polis yakalayıp evine geri getirmiş, onu ailesine teslim etmişti. Ama o yine kaçmıştı, yeniden polis getirip basana teslim etmiş, ama bir daha kaçmıştı. Tam üç kez… Fakirliği baba evinde değil ama kocasının evinde tanımıştı. Üstelik oğlanın tutku haline getirdiği, saplantıya dönüştürdüğü yurt dışına gitme hayali vardı. Birlikte Amerika’ya Avrupa’ya gideceklerdi. Zengin olup rahat yaşayacaklardı. Ülkelerine tatile gelecekler ve fakirlere de kol kanat gerekeceklerdi. Çok paraları olacaktı. Büyük arabaları, deniz manzaraları yalıları bile hatta… Bütün yoksullar kendilerini düşlerine uzak hissettiklerinde içkiye başlarlar ve evden uzaklaşırlardı. O da bir süre sonra anlatmaya doyamadığı düşleri gerçekleşmeyince, umutları azaldığında içkiye başlamıştı. Üstelik karısını ve evliliğini ayak bağı olarak görmeye başlamıştı. Evden uzaklaşmış, eşine olan ilgisini yitirmişti. Evine uğramadığı bir yana işine de gitmiyordu. Önce işini sonra umutlarını kaybetti. Sonra da her şeye boş verip kafasına göre takılmaya başlamıştı. Karısının evde günlerce bir başına bırakıp, ne yaptığını, ne yeyip içtiğini zerre kadar düşünmüyordu. Sevdiği adamla birlikte genç kızlık aşkı da bütün ışıltısını yitirmişti. Daha da beteri günlerce aç kalıyordu. En son çare olarak boynunu eğip baba ocağına dönmüştü. İşin ilginci mahallenin afili delikanlısı her ne pahasına olursa olsun yurt dışına gitmeyi başarmış. Belli bir ülkeye gidememiş ama geminin birine tayfa olarak yazılmış ve ortadan kaybolmuş. Boşanmak için mahkemeye başvurduğunda oğlanı hiçbir yerde bulamamışlar. Bir gece sabaha karşı babasının evine bir telefon gelmiş. Telefonun öteki ucunda zil zurna sarhoş bir adam Ben Barselona’ da bir bardayım diyormuş. Zıkkımın kökünü iç deyip telefonu yüzüne kapamış. -Arayan oydu, sesini unutmama imkan yok diyordu. “İlginçtir ben onun sarhoşluğunu çok severdim. Alkol onu dünya tatlısı bir adam, romantik sevecen, bana kol kanat geren bir eş yapıverirdi. En güzeli de mutlu biri olurdu. Hayallerini alkolle cilalar, umutları ışıldar, gözleri çakmak çakmak yanardı. Birkaç saatliğine aşık olduğum o genç delikanlıya dönüşüverirdi. Onunla tam beş yıl evli kaldım. Evliliğimizin ilk bir yılını çıkarırsan geri kalanın yarısından çoğunu dışarıda geçirmiştir. - Üç yıl babamın evinde kaldıktan sonra yeniden evlendim. Bu kez resmen eve gelip beni babamdan istediler. Telli duvaklı gelin olarak evden çıkıp gitmem zaten babamın en büyük düşüydü. Bu kez her şey normal olsun bari dedim. Hiçbir şeye itiraz etmedim. Onlar ne söylerse kabul ettim. Söz, nişan, düğün hepsi ayrı ayrı onlarca sıkıntılı protokolle eksiksiz yapıldı. Kocam, işleri yolunda giden bir işletmeciydi. Benden on iki yaş kadar büyüktü. Sonuçta bende dul biri olduğum için bu normal kabul ediliyordu. Önemli bir firmanın otomobil bayii ve servis sahibiydi. Bir apartmanın en üst katında dubleks diye tabir edilen, deniz manzaralı, saray yavrusu gibi bir evde oturuyorduk. Birbirimize alışmamız epey zaman aldı. Evliliğimizin üzerinden bir yıl geçtikten sonra onun benimle ikinci evliliğini yaptığını öğrendim. Görücü usulü evliliklerde hep böyle sonradan ortaya çıkan sürprizler vardır. Aldırmadım… İl eşinden iki kızı vardı ve onlara yüklüce bir nafaka ödüyordu. Bunu neden benden sakladıklarını bir türlü anlayamadım. Eşimin sık sık seyahat etmesi dışında pek bir sorunumuz yoktu. Bazen beni de iş seyahatlerine yanında götürürdü. Birlikte olabildiğimiz zamanlar gezip tozar çok eğlenirdik. Yeniden çocuğu olsun istemiyordu. “Zaten iki tane var. Bu bana yeter.” diyordu. - İkinci evliliğinde şansın yaver gitmiş işte ne güzel, dedim - Kazın ayağı öyle değil, diyerek yeniden anlatmaya başladı. Evlendikten iki yıl sonra hala eski eşiyle görüştüğünü öğrendim. Arada bir kızlarını görmeye, onları evlerinden almaya gittiğini biliyordum. Sorun eski eşinin evlenmek istemesiyle su yüzüne çıktı. Kadın sonuçta bekardı, evlenmesinde hiçbir sakınca olamazdı. Ancak kocam bunu bir namus sorunu gibi algılıyordu. Sanki kadın ona bu yolla sadakatsizlik edecekti. Bunu onlarca kez konuştuk ama bir adım bile mesafe alamadık. Sonradan öğrendiğime göre kadını öldürmekle bile tehdit etmiş. Kısacası eski karısının evlenmek istemesinden kaynaklanan sıkıntılar, tartışmalar, kavgalar onları birbirine iyice yaklaştırmış. İşlerin oraya varacağını tahmin edemedim. Sürekli eski eşiyle konuşmaya, bir yolunu bulup evlenmemesi konusunda ikna etmeye gidiyordu. Kızları ve onların annesi ile ilgili bir sorun olduğu için uzağında kalmaya gayret ediyordum. Bu süreçle birlikte eşim benimle ilgilenmemeye başladı. İş seyahatleri iyice sıklaşmaya başladı. Artık sürekli evde yalnız kalıyordum. Döndüğünde de eskisi gibi olmuyorduk. Her konuştuğumuz konu bur krize, tartışmaya dönüveriyordu. Berbat bir dönemdi. Bir gazete haberi için bile kavga ettiğimizi anımsıyorum. O dönem psikolojik bir rahatsızlık geçirdim. Aylarca tedavi gördüm ve tedavim bittikten sonra bir psikoterapistin muayenesine gidip haftalık seanslara devam ettim. Çok yalnızdım. Kocaman bir evin içinde yapayalnızdım. Her şeyim vardı. Arabam, evim, yurt dışı gezilere katılacak param, giysilerim, mücevherlerim… Aklına gelebilecek her şey işte… Ama hiç kimsem yoktu. Derdimi annemle, babamla bile paylaşamıyordum. Konuşmaya çalışsam ne diyecekleri belliydi. “Ben hiç kimseyi beğenmiyordum. Yetinmeyi bilmiyordum, bana rahat batıyordu.” Sorun bu kadar basitti. Tedavimin sürdüğü dönemde komşum olan bir üniversite öğrenciyle tanıştım. Yakışıklı, zeki, terbiyeli ve benden çok gençti. Birlikte zaman geçirmeye, fırsat buldukça kaçamaklar yapmaya başladık. Ondan söz ederken sevgilimdi demeyeceğim. Ondan yaşça çok büyüktüm ve çevresinde genç kızların pervane olduğu ışıltılı bir delikanlıydı. Beni sevgilisi olarak görmediğini çok iyi biliyordum. Buna aldırmıyordum. Ben sadece kimsenin anlayamayacağı kadar yalnızdım ve o da buna iyi geliyordu. Üniversite öğrencisi komşumdan hiç hesapta yokken hamile kaldım. Önce bebeğimi aldırıp evliliğimi kurtarmak istedim. Sonra bunun ölümcül yalnızlığımın sonu olacağını düşünerek o bebeği istedim. Eşime boşanmak istediğimi, çok mutsuz olduğumu söyledim. Para, bul, mücevher, nafaka falan istemiyorum. Sadece boşanmak istiyorum, dedim. Sanki dünden razıymış. Hiç itiraz etmedi ve anlaşarak bir celsede boşandık. Bu kez babamın evine geri dönmek istemedim. Kendime bir ev tutup çalışmaya başladım. Kızımı dünyaya getirdim. Boşandığım eşim doğumdan sonra beni arayıp çocuğa sahip çıkmak istediğini, onun bakımını üstleneceğini söyledi. Ona çocuğumun kendisinden olmadığını buna gerek olmadığını anlattım. Bu son konuşmamız oldu. Kızımın gerçek babası benden bir çocuğu olduğunu hiç öğrenemedi. Hiçbir zaman da söylemeyi düşünmüyorum. Yaşadıklarımı zaman zaman taşımakta çok zorlandım. Tesadüfen aldığım ilaçlardan zehirlendim. Beni hastaneye kaldırdılar. Annem ve babam ise benim intihar ettiğimi sandılar. Onlara göre ikinci kez intihara teşebbüs etmiştim. Bu nedenle bir yaşını yeni doldurmuş kızımı benden babam aldılar. Ona zarar vermemden korkuyorlardı. Çünkü ben onlara göre deliydim. Ne zaman ne yapacağım belli olmazmış. İşte benim hikayem bu kadar. Şimdi aklında gezindiğini tahmin ettiğimi soruları yanıtlayayım. Fethiye’deyken telefonla beni arayan babamdı. Bu gün ise konuştuğum kişi eskiden ilişkim olduğunu söylediğim o üniversite öğrencisiydi. Elbette artık o bir üniversite öğrencisi değil. Şimdi Telekomda mühendis olarak çalışıyor. Seninle tanışmadan önce onunla ayda yılda bir görüşüyorduk. Anlarsın işte, aslında söylemekten utanıyorum ama görüşmekten konuşmaktan çok sevişiyorduk. Ama şimdi yaşamımda bir tek sen varsın. Seninle tanıştığımızdan beri hiç kimseyle görüşmüyorum. Ona telefon edip yaşamımda biri var dersem beni bir daha kesinlikle aramaz. Elbette bu sana bağlı. Bu kadını sevebilirim, istiyorum diyorsan işte karşındayım. İstemiyorum diyorsan bir daha görüşmeyiz, herkes kendi yoluna gider. Bu gün sağlıklı bir karar verebileceğini sanmıyorum. Düşün taşın ve karar ver. Sana tam bir hafta süre veriyorum. Eğer beni ararsan yeniden başlarız, aramazsan da herkes kendi yoluna gider. Son cümlesini söyledikten sonra derin bir oh çekip yüzüme baktı. Sevdiğim kadının anlattıklarını suskunluk içinde, tek bir soru bile sormadan dinledim. Dinlediklerimin bir kısmını anlamakta zorlanmıştım. Dinlerken sormak istediğim şeyler de olmuştu. Son cümlenin ardından her ikimizde derin bir suskunluğa gömüldük. İzmir’den dönene kadar, evinin bulunduğu sokağın başına gelene kadar ağzımızdan tek bir sözcük bile çıkmadı. Köşe başına gelince ona “ İyi akşamlar. “ dedim. O da “ Senden haber bekleyeceğim, sana da iyi akşamlar.” deyip gitti. İki gün sonra akşam hava kararırken kapısını çaldım. Kapıda beni gördükten sonra yüzünde binlerce gülücük tomurcuklanıp, açıverdi. O akşam dışarı çıkmadık. Birlikte yemek yedik, şarap içtik. Ona aklımdaki bütün soruları sordum. İlk defa belli konuları konuşup, uzlaştık, birbirimize sözler verip, vaatlerde bulunduk. O bahar ikimiz içinde birkaç ay erken geliverdi. O güzel kadını anlatsam sokaklara ayıp, sokakları anlatsam geceyi kendime küstürebilirdim. Oysa gece ve karınlık benim şiirimdi. Sokaklardan topladığım sözcükleri, bütün kent uyurken, gecenin en suskun saatlerinde şiirler damıtıyordum. Uzak mahallelerde köpekler havlıyor. Radyoda geceyi arabeske boyayan bir şarkı başlıyor. “Sabahlara kadar içsek sevişsek, Ne sen işe gitsen, ne ben ayılsam, Derin bir uykunun dibine düşsek, İçim ürperiyor ya evde yoksan…” Nakaratına dilimiz yapışıyor, dudaklarımız takılıp kalıyor. Seyfullah Aralık 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |