"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Saat tam dokuzda hükümet konağından bulvara inen sokaktaki kiralık araba bürosun kapısı içerden açıldı. Bir haftalık sakallarıyla Göbekli Rahmi büronun kapısını açıp duvardaki saate baktı. Düofonun düğmesine basıp çay ocağına seslendi. Elini yüzünde gezdirdi. Sakalları kaşınmaya başlamıştı. Artık birkaç dükkan ilerdeki berbere gidip kendine bir çeki düzen vermeliydi. Son günlerde her şey ters gitmeye başlamıştı. Kimse araba kiralamak istemiyordu. Borçlarını ödeyemiyordu. Bir de üstüne üstlük karısı ile kavga edip evden ayrılmıştı. Tam bir haftadır arkada bulunan mutfak kanepesinde yatıyordu. Ve tam bir haftadır sadece kendi karısından değil dünyadaki bütün kadınlardan nefret ediyordu. Sırf bu yüzden yıllardır izlediği kadın programlarını bile açmaz olmuştu. Yeter ki işler ters gitmesin. İlk tekmeyi önce karısından yiyordu. Yıllar önceki olayları pişirip pişirip yeniden gündeme getiriyor. Sudan bahanelerle basit bir tartışmayı kavgaya çeviriyor, sonra da dargınlık yaratıyordu. Ama bu kez kararlıydı. Kesinlikle o eve bir daha geri dönmeyecekti. Meydandaki saat kulesi on kez çaldığında heykelin etrafındaki bütün güvercinler telaşla havalandı. Hayvanlar yıllardır her gün duydukları saat kulesinin sesine bir türlü alışamıyorlardı. Köşedeki pastaneye saat kulesinin vuruşları sona ermeden bir delikanlı girdi. Kendine bir porsiyon kıymalı ve peynirli börek ısmarladı. Yanında da bir fincan çay… Tam üç gündür bu pastaneye aynı saatte geliyordu. Sonra böreğini yiyor ve çayını içip bekliyordu. Pastaneye girip çıkanlara, yoldan geçenlere bakmadan tam yarım saatini böyle geçiriyordu. Sonra çantasından telefonun çıkarıp birini arıyordu. Telefonla konuşurken sürekli saçlarını karıştırıyor, yeniden düzeltiyor ve dudaklarını ısırıyordu. İşin iç yüzüne gelirsek bu gencin adı Gürkan’dı İnternetten tanıştığı Selma’yı görmek için Mersin’den kalkıp Bursa’ya gelmişti. Bunun için aylarca para biriktirmişti. Patronundan bir haftalık izin kopartabilmek için kırk tane yalan söyleyip kırk takla atmıştı. Üç gün önce bu kente gelip kentin göbeğindeki bu otele yerleşmişti. Selma ile internet aracılığı ile tam bir buçuk senedir yazışıyorlardı. Yaklaşık beş aydır da haftada bir iki kez telefonla görüşüyorlardı. Selma internette çok iyi bir kız iken telefonda her şeyden kıllanan biri oluyordu. Gürkan tam üç gündür kızın bu pastaneye gelmesini bekliyordu. Tam üç gündür Selma değişik mazeretle bu buluşmayı erteliyordu. Birinci gün çok yağmur yağdığı için Soğanlı’daki evlerini su basmıştı. İkinci gün çalıştığı anaokulu müdiresi izin vermemişti. Bu gün de büyük ihtimalle teyzesi kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılacaktı. İnternetten tanıştığı ve MSN’den aşık olduğu kızı görmek için Mersin’den gelen Gürkan bu pastaneye sadece randevu saatinde gelmiyordu. Gün içinde hatta akşamları bile gelip oturuyordu. Bu pastaneyi adres olarak verdiğine göre belki de Selma bu caddeden geçip evine gidiyordu. Belki buraya yakın bir yerde oturuyordu. Umut aşığın ekmeği…. Zurnacı Metin Bursa’daki Kamberler Mahallesindeki evinden saat tam onda çıktı. On gündür hiç iş çıkmamıştı. Her yıl kış gelince böyle olurdu. Sadece kış mevsimine denk gelen seçimlerde bu durum tamamen değişirdi. Akşam kahvede Davulcu Hüseyin “Yarın işe çıkıyoruz, sipsileri akşamdan suya bırak, yumuşasınlar ” demişti. Zurnacı Metin işe giderken yanına iki tane zurna alırdı. Biri uzun, öteki kısa. Kısa zurnayı kapalı mekânlarda, uzunu açık alanlarda üflerdi. (Orta ve cura zurna) Metin kolunun altındaki siyah bez torbayla kahveden içeri girdiğinde saat onu biraz geçiyordu. Kahveci Pontik çay ocağında çamaşır suyuna akşamdan batırdığı bardakları yıkıyordu. Metin’in tahta zemindeki ayak seslerini duyunca kapıya baktı. Hınzırca sırıtarak “Hadi ulan yine iyisin. Keneyi kavurdunuz desene,” diye Metin’e takıldı. “Keşke,” dedi Metin. “Kısmet…” Asker uğurlamalarında kazanç belli olmazdı. Otobüs terminalinde öğleden sonra başlayıp gece yarısına kadar çalarlardı. Asker babalarının, akrabalarının gönlünden ne koparsa... Peşin paraya değil, bahşişine çalarlardı. Şimdi Bursa’daki bütün davulcular ve zurnacılar oraya üşüşürdü. Kalabalık olurlarsa bu işten kimse ekmek yiyemezdi. Saat tam onda B 44 otobüsü Uludağ Üniversitesinden hareket etti. İzmir yolundaki ilk durakta otobüse kravatlı takım elbiseli orta yaşlı bir adam bindi. Giyimine bakılırsa ya okumuş biri yada varlıklı biri olmalıydı. Cüzdanını ceketinin cebinden çıkardı kart okuyucuya tuttu. Okuyucu alet kesintisiz bir zıtttt sesi ile yolcuyu uyardı. Bu kartın içinde hiç para kalmamıştı. Adam utanıp otobüsten geri inmeye çabalarken sürücü eliyle kal diye işaret etti. Ön kapının merdivenlerindeki adam yerine mıhlanmış gibi kaldı. Zaten otobüsten inse bile İzmir Yolu üzerinde kartına para yükleyebileceği bir merkez yoktu. (Yaşam yirmi dört saat hiç susmadan konuşur) Seyfullah Bursa Aralık 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |