Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Çocukluğumda salıncağa binmek, vazgeçemeyeceğimiz bir alışkanlık gibiydi. Köydeki evimizin arkasındaki tepede bir salıncak çamımız vardı. Uçurumun hemen başladığı yerde, ormanın en ucunda. Sık sık o çama salıncak kurardık. O nedenle de “ salıncak çamı” derdik bu çama. Bir başka salıncak çamı daha vardı ama, o köyümüzün biraz dışındaydı. Salıncakta sallanırken bütün köy, sanki ayağımızın altında olurdu. Her şeye hâkimmişiz sanırdık. En yüksekte olan ve herşeyden, herkesten en büyük olan bizdik. Köyün bütün evlerini, insanlarını kuş bakışı görürdük. Kendimizi bir kuş kadar özgür, bir tüy kadar hafif hissederdik. Bulutlara, güneşe çok yaklaştığımızı düşünürdük. Sallanırken ayaklarımız, karşıdaki dağa değecek gibi olurdu. Tam ayaklarımız dağa değecekken, salıncak bizi yeniden geriye götürürdü. Salıncağımızı kurduğumuz çam, uçurumun hemen başında olduğu için, salıncağımız çok güzel sallanırdı. Adeta bizi uçururdu. Uçurumun başından köyün taaa öbür ucuna salıncakla uzanırken, içimizden bir şeylerin akıp gittiğini ya da içimizdeki bir şeylerin eridiğini hissederdik. İçimiz boşalıyor gibiydi. Bu, çok değişik bir duyguydu. Bu duygu, bizi hem ürkütür, hem de aynı şeyi yaşamamız için bizi gizli gizli dürterdi. Korku , sevinç ve heyecanın karışımı gibiydi bu duygu. Kendimizi uçaktaymışız gibi hissederdik. Gerçi hiç birimiz uçağa binmemiştik ama, uçağa binmenin, işte böyle salıncağa binmek gibi olduğunu düşünürdüm. Arkadaşlarla sıra ile binerdik salıncağa. Arkadaşlarımızın kaç kez sallandığını sayardık. Bu konuda çok demokrattık. Ne kimseden fazla sallanır, ne de bir başkasının, diğer arkadaşlarımızdan fazla sallanmasına izin vermezdik. Ancak, salıncağı kuran kişinin bir ayrıcalığı vardı. Herkesin harcı değildi, o yüksek çama salıncağı kurabilmek. O nedenle salıncağı kuran arkadaşımız hem birinci sırada sallanırdı, hem de bizden daha uzun süre. Salıncağı kuran kişi eğer herkesten önce salıncağa binmezse, kafası kel olurdu(!). Bize söylenen buydu. Biz de inanırdık. Nasıl inanmayalım? İçimizde hiç kel kafalı çocuk yoktu. Demek ki, salıncağı kuranlar mutlaka herkesten önce salıncağa biniyordu. Eğer salıncağı kuran çocuklar ilk önce salıncağa binmemiş olsalardı,, birçok çocuğun kafası kel olurdu şimdiye kadar(!). Arkadaşımızın kafasının kel olmasını istemediğimiz için, ilk sırayı salıncağı kurana verirdik. Biz kolay çocuklardık. Bizi yönlendirmek, kandırmak hiç zor değildi. Ve o nedenle mutlu olmamız, mutlu edilmemiz de çok kolaydı.......Şimdi ne zaman salıncağa binen bir çocuk görsem, çocukluğumu ve o salıncak çamını hatırlarım. Uçar giderim köyümüzün o yamacına, salıncak çamını dibine. Saçlarım rüzgârda oynaşa oynaşa sallanırım bir süre.Göklere hakim olurum, güneşe yaklaşırım sanki. İçimden bir şeyler akıp gider."Haydiiii! İn artık, sıra bende." seslerini duyarım. resím N.Can
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |