Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
Romanın kesin, ana hatlarıyla belirlenmiş bir tanımı yoktur herhalde. Roman, elbette her şeyi anlatabilir. Romanın dünden, bugüne ve yarına aldığı yol, nice değişimden geçmiştir. Hepsini biliyorum da söze dökemediğim o roman duygusu, romanlar için tek denektaşım olmuştur dün de bugün de. Rahmetli Attila İlhan çoğumuzun ezbere bildiği şiirinde kendi roman duygusunu dile şöyle getirmiş: “akşamlar bir roman gibi biterdi jezabel kan içinde yatardı limandan bir gemi giderdi sen kalkıp ona giderdin” Bir zamanlar ben de hep “Üçüncü Şahsın Şiiri”ndeki romanın etkisi altında kalmıştım. Akşamlar mı romana yakın, roman mı akşamın sona erişiyle coşkun; işin içinde bir kartpostal güzelliği olduğu muhakkaktı. Ya da jezabel kimdi? Kim olduğu merakımı çekmekle birlikte, bir roman için ille “kan içinde” yatması gerektiğine inandığım bir isim olmuştu. Sonra ayrılık vardı; aşkın çözülmüşlüğü vardı. –Üstelik, İlhan bu şiiri, her sabah divan otelindeki kafeye gidip gelirken yolda karşılaştığı ve adını bilmediği bir kız için yazmış.– Zaten az ötemizde Attila İlhan romanı hep durur: Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Kurtlar Sofrası.. Özellikle bu ilk Attila İlhan romanlarında akşamlar sahiden roman duyuşlarıyla biter, şehirler çığlık çığlığadır, serüvencil yaşamalarda birileri kahrolur, “yalnızlar rıhtımı”nda bir tango yükselir alçalır… Romancının özbe öz kendi dünyasıdır bu… Sonraları -ne çok!- roman okudukça ne çok dünya tanıyacaktım! Karmakarışık, oburca okumalardı bunlar… Nihal Yalaza Taluy’un Dostoyevski ve Tolstoy’un yanı sıra Puşkin, Gogol çevirileri arasında en çokta Dostoyevski’de büyük acılar çekiyordum. Dostoyevski’nin 27 yaşında yazdığı Beyaz Geceler günlerimi gecelerimi çaldı.. Daha ilk okuyuşumda Anna Karenina’ya, hem romana, hem Anna’nın kendisine âşık olmuştum. Anne büyük dans gecesine biraz geç katılıyor ve bir roman doğuyordu. Anne kar yağan gecede trenden iniyor ve kar altında Vronskiy’le karşılaşıyor. Anna operadan içeriye giriyor… Öyle art arda sahneler. Anna Karenina’yı tanıdığım, görüştüğümüz, canlı bir kişiymişçesine görebiliyor, gözümün önüne getirebiliyordum. Bu yüzden beyazperdedeki Anna Karenina’lar bende hep hayal kırıklığı oldu. Hatta, Handan’ı, Budala’yı, Kiralık Konak’ı okuduktan sonra, Anna Karenina’yla birlikte, yalnızca romanlara özgü, nasıl sıfatlandıracağımı hiç bilemediğim bir “kadın kahraman” kimliğiyle başbaşa kalmıştım. Handan, Nastasya Filipovna, Seniha, Anna’nın kız kardeşleri sayılamazlar mıydı? Bihter, Aşk-ı Memnu’un mutsuz kişisi, bu gösterişli kadınların yanı başında, yazık ki biraz sönük kalır. Bihter’de, kız kardeşlerinden biri sayabileceğimiz Emma Bovary’nin gönül çılgınlığı daima örtük kalmaya yazgılı bırakılmıştır. Roman dünyasını var eden kişiler olabilir mi? Flaubert Madame Bovary’yi yazdıktan sonra bir “bovarizm”dir alıp başını gidiyor. Yakup Kadri, Kiralık Konak’ın Seniha’sında Madame Bovary’den esinlere rastlanmasını gülümseyerek onaylarmış; Seniha’nın bovarizmin pençesinde can çekiştiğini söylermiş. Roman kişileri, bazen, başka roman kişilerine anne-baba olabiliyor gerçekten.. Attila İlhan Cumhuriyet’te makaleler yazarken ziyaretine gitmiştim ikibinli yıllarda… Odaya girer girmez elini sıktım. Yüzüme bakıp: “Senin gözlerinin içinde tuhaf bir ışık var! Parlıyor gözlerinin içi! Bu sevinçten mi?, Beni gördüğünden mi? Bilgiye olan açlığından mı?” diye sormuştu… Dedim: “Sizi gördüğüm için gözlerim parlıyordur. Bugün ben size Jezabel’i sormaya geldim. Acaba Jezabel bir roman kişisi mi?, Bir romandan mı esinlenme?” diye sormuştum. Cevaben: “Bir değil, kim bilir kaç romandan!” dediğini yine işitir gibi oldum… Serüven romanları saymıştı, yetinmemiş, gençliğinde okuduğu Emile Zola’lara kadar geri dönmüştü bu soru karşısında.. Ama hep gençlikte, serüven romanları da Zola’lardaydı sanıyorum… Yirmi beşli, otuzlu yaşlarımızda etkilendiğimiz eserler belki bizimle düşe kalka, kişilerini ardımıza takarak, hangi yaşantılarla kaynaşarak, günün birinde kendi düşsel dünyamıza yelken açıyordur. Kim bilir… Zamanlar geçti, denemeler, şiirler, iktibaslar yaptım ben de yıllarca… Ama roman sanatının ıcığına cıcığına kadar gidecek bir yola girmeyi bir türlü göze alamadım. Çünkü romanın bir teknik işi olduğunu ben de artık kabullendim… Ne var ki o dizedeki roman sırlarını hâlâ söylemez: “akşamlar bir roman gibi biterdi.” Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |