NESKAFEYİ ÇOK SEVEN ADAM
Tanıtım seminerlerinden pek hazetmediğini söylese de hiç kaçırmamıştı
-özellikle- kafeinler üzerine olanları. Gerçi o gün işlerİ pek o kadar yoğun
değildi de Ayşe'yi kırmak en son aklından geçen şeydi. Çünkü Ayşe onu hiç
kırmak istemezdi. O'da gereğini yapardı.
" Bir kahve daha içmeliyim" düşüncesiyle mutfağa yollanmıştı bile.
Uyumamalı ve yeşil gömleğini ütüleyip saç jölesini bulmalıydı. Birazdan Ayşe
gelirdi ve "hala yataktan çıkmadın mı?" derdi. Hep böyle olmaz mıydı? Ne
zaman gelecek olsa bir gece önce mıtlaka çok geç yatmış olurdu ve sabah da
kalkamamış..
Ayşe hiç hoşlanmazdı böyle laubali hareketlerden; hemen kırılıverirdi. Ama en
çok da öğle saatlerinde hala yatakta olunmasından. Bu sebepten bir tartışmala-
rı sırasında Ayşe'ye "kahveyi fazla kaçırmışım da o sebeple uykum kaçtı,bunda
büyütecek ne var?" demişti de hayatının en zor sorusunu sorduğunu-cevabı al-
dıktan sonra- anlamıştı.
Nereden bilecekti ki Ayşe'nin daha ilkokul sıralarındayken babasının kan kanse-
ri olduğunu ve sürekli yatmak zorundalığını. Her okul dönüşü babası yatıyordu
ve sabah herkes yatağından çıktığı halde bir tek o kalkmıyordu. Evet haklı bir
gerekçe olarak kabul edebilirdi bu başta oldukça saçma gelen duyarlılığı.
Neyse ki kahvesini bitirdiğinde kendine gelmişti. "Tanrım ne kadar uykusuzum"
diye geçirdi saçlarına jöle sürerken. Bir kahve daha içse bütün ağrılarından
kurtulacakmış gibi mutfağa yöneldi, kapıyı açıp -Ayşe kapıdaydı çünkü-Ayşe'yi
buyur etmeden önce."Bir kahve içermisin?" "Hayır, sen hazır değilmisin hala?"
Buyurun yine başlıyor!
Ayşe kimseyi kırmak taraftarı olmamıştı ve bunu hissetirirdi üstelik. Ama
gelgelelim konuşup ta kırmadığı kimse de yok sayılırdı.Önce dost gibi başlar ha-
vadan sudan konuşurken, karşısındakinin sözlerinden -bir tek kendisinin
çıkardığı- şaşırtıcı anlamlar bulup, silah olarak doğrulturdu ona.
Başlarda üzülürdük onu kırdığımıza ama bu tekrarlar o kadar tanıdıklaşmaya
başlamıştı ki bir çeşit oyun oynadığını düşünmeye başlamıştık.
Bir keresinde üniversiteden ayrılmadan dışarda para kazanabileceği bir iş
yapmasının ne kadar iyi olacağını söyleyen bir kız arkadaşına, "Bana bu kadar
güvenmiş Arif Hocayı yalnız mı bırakmamı istiyorsun, o adama ihanet mi
etmeliyim sence" diyebilecek kadar ince ruhlu olabilmişti.
"Dün gece -Olağan Şüpheliler-i izledin mi?", "Oğuz Atay'ın günlüğünü
bitirdin mi?" gibi arka arkaya sorulmuş ve tartışma yaratmaya yönelik soru-
lara "Haydi çabuk,sonra konuşuruz" ortak yanıtını vermesine bakılırsa,
"kahve içermisin?" i sonraya ertelemek daha mantıklı olacaktı.
Ayşe'nin her zaman yapacak çok fazla işi vardı ve bu işlerini yalnız başına
halletmemeye bayılırdı. Kendi kendine kendisine bir kazak dahi almışlığı
yoktu. Zaten Ayşe "katılımcı demokrasi" lerden yana olmuştu mutlak surette
ve bunun önündeki tek engeli de nüfus olarak görürdü.
Yol çoktan sona ermişti ama gözgöze geldiklerinde -daha çok yolumuz var-
ifadesini çıkarmıştı ne yazıkki. Bunun anlamı, Ayşece bakılırsa -seminer için
yeterince hevesli değilsin- olmalıydı.
"Haydi daha başlamasına bir saatten fazla var. Şurada bir yerde oturup kahve
içelim" Ayşe pek isteksiz "peki ne yapalım"
Seminerin bitiminde Brezilya kökenli Amerikalı uzmanın herkese kahve dağıt-
ması elbette günün en anlamlı hareketiydi. İkibuçuk saat boyunca Brezilya'nın
ormanlarında yaşayan kakao tadında ve kokusunda Allah vergisi- kelebekler-
in beslenme şeklini aktarmıştı sinevizyon olarak. Esasen ilginç sayılabilecek
bu hayvanlar, yerliler tarafından yakalanıp şekerleme muamelesi görüyormuş.
(Ama Ayşe'nin bundan pek keyif aldığını söyleyemeyiz elbette)
"Günlük tutarmısın?" (Evet günün bombası gelmişti, ne desek?) "Küçükken
babamın getirdiği eşantiyon mavi deftere yazardım, olduk olmadık" "Öğle
değil yani gerçekten kimse yanında yokmuş da bir tek aklından geçenleri.Ben
iki yıldır elime almadım o defteri, oysa bütün hayatım sadece orada.." Bunu
söylerken gözleri dolmuş gibi başını hafif ve yavaş bir hareketle sola doğru
meyillendirmişti. "Hayır, böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ki. Yani senin
başına bir şey gelecek ve sen de yanında kimse yokmuş gibi nesnel bir tavırla
olanı yazacaksın."
(Galiba biraz sert olmuştu, hafif yumuşatmakta yarar var.) "Aslında demek
istediğim, bir olay anında bunun tek kahramanı sen olamazsın, diğer kahra-
manların maruz kaldığı açının seninle aynı açı olması ne kadar mümkün
allahaşkına? Yani sen günlük tutarken sadece senin bulunduğun yerden neler
görünür onu anlatırsın.Ama bunu yaparken senin yaşadıklarını anlatmış ol-
mazsın." (Yok gene sert)
"İyi ki bir soru sorduk sana da!! Gayet masum bir şekilde gördüklerimi yazabi-
leceğim bir defterim oldu, onu söylemek istedim" "Bak asıl sorun geçmişi yaz-
mak değil, gelecekte yapacaklarını da -ve ya istediklerini- yazabilirsin. İstersen
şurada oturup birer kahve içelim, ne dersin? "
Sıradan bir nezaketle, Ayşe'nin tuttuğu notları elinden aldı. Bakışlarına kırklı
yaşların ağırlığı hakimdi. Yazık, henüz otuzumu bile göremedim.
Ayşe oldukça düşünceli görünüyordu. Düşüncesini söyledi söyleyecekken
garson iki tane kahveyi çoktan koymuştu masanın üzerine.(Teşekkürler ama
biraz daha şeker verebilirdiniz. Böyle davranmayı sürdürürseniz, sizi Brezilya
kökenli Amerikalı uzmana bildirmek zorunda kalacağım)
Ayşe kahveden bir yudum alıp kafasını kaldırdı: "Eğlendin mi?" (Al başına
katmerli belayı! Seminerde eğlenmek? Eğlenmek için daha cazip platformlar
bulabilir insanoğlu.) "Eğlence işi için biraz fazla bilimseldi sanırım."(Evet,en
güzel cevabı sahada,arkadaşlarımızla birlikte verdik.Bizi yıpratmak isteyenler
kendi işlerine baksınlar artık. Biz büyük bir camiayız.) "Hayır canım, senin
için bilimsel boyutu o kadar önemli olmasa gerek.Nede olsa popüler etkinlikler
daha cazip gelir insana hatta sana"
(Yani bu Ayşe'nin iğneleri de bir tek kendisine batmaz. Kırmak kadar doğal bir
şey varsa Ayşe doğal değildir.)" Bak Ayşe! Şunu artık anlamalısın ki: Seninle
beraber olma hatasına hasbelkader düşmüş birisi olarak, bu davranışlarınla bizi
Avrupa kapısına bile yaklaştırmayacaklarını belirtmeliyim." (Bunları gerçekten
söyledim mi? Ne var ki?
Ama şunu bilmelisin ki Ayşe -aslında bilmesen daha iyi- sen böyle oldukça,sana
maruz kalanlar olarak birleşip sendikal haklarımızı kullanacağız. Dahası, işte o
zaman bizi Avrupa'ya alacaklar ama seni hariç tutup..) "Deminki sözlerimden
ötürü özür diliyorum. Hatta bana ettiklerini az bile buluyorum. Bunları hakket-
tim çoktan. Kalkalım mı?"
"Tamam, sen beni zan altında bırak. Konuş konuş, ben kendimi savunmayayım.
Ondan sonra bebek kandırır gibi -haklısın- de. Tamam kalkalım. Zaten paylaşa-
cak çok fazla şey de bulamıyoruz baksana." (Bir kere daha haklı çıktın değil mi?
Ama ona bebek kandırır gibi denmez. Kandırılsa kandırılsa çocuk kandırılır.)
Bir kez daha tarihin tekerrürüne boyun eğmek zorunda kalınmıştı. Bir kez daha
Ayşe'nin tarihsel etkisi tesirini göstermişti. Fakat tarih konusunda Ayşe pek de
başarılı bir geçmişe sahip değildi.Okul hayatının kabusu olarak gördüğü tarihi,
savaşlardan ve zaferlerden ibaret sanıyordu. "Dandanakan 1040, Malazgirt
1071, Osmanlı'nın kuruluşu 1299, lale devri oniki yıl sürdü, yükselme dönemi,
duraklama, en karışık dönem de bu duraklama. Değil bir devlet, bir insan bile
bu kadar duraklasa, kronolojisi şaşırır. Olaylar birbirine karışır .Kaldı ki başka-
larının anlatmasına dayanarak, insanın kafasında nedensellik kurmadan olayları
ezberlemek ne kadar sağlıklı olacaktır? " (Bak bak, sen Ayşe'ye. Şimdi de tarih
konusundaki cehaletini, bilimsel palavralarla unutturmaya çalışıyor.) "Hayır
asıl sorun şu ki: bilimsel metodlar, bütün bilimler için geçerli olmalıdır. Tarih te
modern bir bilim olarak.." (Hayır ayşe. Özür dilerim ama ismini küçük harflerle
yazmak zorundayım. Çünkü sen bunu çoktan hakkettin. Seni cezalandırmalıyım.
Belki biraz utanırsın da tarihe müdahale etme terbiyesizliğini bırakırsın.) "Bu
muameleyi protesto ediyorum ve hareketini bana değil TDK'ya yapılmış kabul
ediyorum." (Sen hiçbirşeyi kabul edemezsin eyşe! Reddetmek için görevlendiril-
mişsin. Gelecek nesilleri zehirlemene izin veremem. Bu nedenle artık adını bile
doğru yazamam.)
"Hayır asıl sen kendi acizliğini hissettirmemek için, benim yargılarıma katılmı-
yorsun. Üstelik,bu sözler de bana ait değil......" (Bak gördün mü? Kendi sözle-
rini savunacak kadar bile cesaretin yok. Başkalarının sözleriyle düşünüyorsun,
onların düşünceleriyle konuşuyorsun. Üstelik söylediklerime cevap veremediğin
için, diğer kızlar gibi ağlamıyorsun. Bu nedenlerle oyşa, tarih senden bahsetme-
yecek, sen de tarihten sözedemeyeceksin)
"Biliyormusun, o kadar aptalsın ki, kendi tereddütlerini başkalarına mal ederek
günü kurtarmaya çalışıyorsun. Aslında suç senin değil. O aptal kahve, seni bu
hale getiriyor. Alman gereken proteini böyle harcıyorsun. Sana acıyorum."
(Sen bana acıyamazsın. Sadece canımı acıtabilirsin. Zaten senin misyonun da
bundan ibaret. Yıllarca sustum ve doğru zamanın gelmesini bekledim.Talih
bize de gülecekti elbette. Bizim de sıramız gelecekti. O büyük gün gelince de
Ayşe' den başka kaybedecek birşeyimiz kalmayacaktı. O nedenle susmayı ve
herşeyimizi kaybetmeyi bekledik. Büyük gün nihayet geldi; senin için korkulu
günler de yaklaştı. Kaçacak hiçbir yerin kalmadı. Artık kendi talihinle yüzleş-
me zamanın geldi. Bakalım kendini, ulusumuza karşı nasıl savunacaksın?)
"Yıllarca sustuğunu sanıp,geceleri rahatlıkla uyudun değil mi? Sakın uyuma-
dım deme; bunun sebebi o iğrenç kafein hastalığındı. Zaten senin hastalığın,
sadece bundan ibaretti.Yoksa sen kendi halinde, kendine güvensiz bir popülist
gençtin. Herşeyi yanlış anlama üzerine kuran, üretim fakiri ve iradesiz metro-
pol tarzanıydın. Sürekli diğerlerini suçladın. Sana yardım etmeğe çalışanlara,
yardımcı olmadın. Kendi kavgana, başkalarını da ortak etmeğe çalıştın.Bunu
da sanki çok gizli yapıyormuş gibi susmuş görünmeye çalışarak yapmaya ça-
lıştın. Ama kusura bakma, sen ve senin gibi düşünen yüzlercesinin devri bit-
miştir. Artık Ayşeler' in saltanatı başlamıştır. Bu saltanat, binlerce yıl horlan-
mış halkımın uğradığı haksızlığın karşılığıdır.Yiğitseniz bu saltanatı yıkarsınız.
Artık daha da güçlü geliyoruz ve gitmeye de hiç niyetimiz yok"
Neskafeyi çok seven adam, bir kez daha yenilgiyi kabul etmiş göründü.Yine
becerememişti bir darbe yapmayı. Ayşe yine galip taraftı. Ayağa kalkıp bir
kahve suyu daha koydu ocağa.
Bu kez iki kaşık yerine altı kaşık kahve koydu fincana. Su kaynamıştı.Döktü
fincana.Sekiz kaşık ta tuz koydu sonra. İyice karıştırdı. Tepsiye güzelce koy-
du. Ayşe'ye doğru yürüdü, yavaş adımlarla. Yüzüne sahte bir gülücük yerleş-
tirdi. Yumuşak bir ses tonuyla barış istedi:
"Haydi Ayşeciğim. Barış için içelim..."