Mihrap Altıntaş Kasedi Başa Sardır

BAYRAM Bayramlar ilk önce çocuklara gelirdi. Heyecanıyla, saflığıyla, güzelliğiyle tüm merakıyla. Onlardan anlardınız bayramın önemini, tadını, ruhunu. Küçükler ve annelerinin gözünde bir türlü büyümeyen küçükler de dâhil.

yazı resimYZ

BAYRAM
Bayramlar ilk önce çocuklara gelirdi. Heyecanıyla, saflığıyla, güzelliğiyle tüm merakıyla.
Onlardan anlardınız bayramın önemini, tadını, ruhunu. Küçükler ve annelerinin gözünde bir
türlü büyümeyen küçükler de dâhil.
Bayram deyince ilk akla gelen harçlıklar, yeni ayakkabılar, elbiseler ve komşulardan
toplanacak şekerlerdi.
Benim ilgilendiğim tek konu, kıyafetlerdi. Babaannem dikişten anladığı için, ona bayramın
her gününe ayrı bir kıyafet diktirirdim. Sonra da bir manken edasıyla süzülürdüm.
Bayram günü = Defile günü.
Bayram harçlığı toplamak bana göre hiç değildi. Karşıda büyük bahçesi olan üç katlı villada
oturan zengin bir ciciannemiz vardı. Mahallemizin ciciannesi namıdiğer süslüsü. Bayağı görmüş geçirmiş, elit ve güzel bir kadın. Yaşına göre bakımlı, gri uzun saçlarını güzel
tokalarla topuz yapan, mahallede naif, şık bir bastonla arzıendam eden bir hanımefendi.
Kocaman evi, bizlerin gözünde büyülü bir şato gibiydi. Bayramlarda 7-8 arkadaş toplanır,
bahçesinden evin kapısına giden yola kadar korkarak giderdik. Filmlerdeki esrarengiz
şatolardan bir hayli etkilenmişiz. Kapıyı sen çal, o çalsından sonra kapı çalınır ve tüm
heybetiyle, tatlı ses tonuyla cicianne karşımızda durunca bir garip utançla başımızı kimimiz
yere, kimimiz sağa-sola çevirirdik.
Hepimizin umudu, zengin olduğundan, en büyük harçlığı ondan almak. Bunun için biz,
üstümüze düşen şartları yerine getirmişiz, güzel bayramlıklarımızı giymişiz, mahallede gıcık
olduğumuz arkadaşlarımızın ruhu duymadan erkenden örgütlenip ilk sıraya yerleşmişiz.
Eee daha ne olsun, şimdi sıra ciciannede ve onun pamuk ellerinde. İçeri giriyoruz, boncuk
gibi diziliyoruz. Biraz mahalle dedikoduları eşliğinde biraz nasihat veee şimdi esas konu:
Alacağımız bayram harçlığı. Bankadan bayram için rica edilerek alınmış yeni ve hiç
katlanmamış kâğıt paralar var ciciannenin elinde. Ama o zamanın en düşük bayram harçlığı.
Birbirimize atılan şaşkın bakışlar ve gözlerde ayrı ayrı hüzünler. Ciciannenin, kulağımızdaki
sesi:
Çocuklar, bunlar da sizin uğur paranız.
Eee, cicianne de biliyor işi, tüm mahallenin çocuklarına nasıl para yetiştirsin? Laf aramızda,
sonraları idrak ettik ki biraz da cimriymiş.
Büyüklerle beraber yapılan bayram ziyaretleri de ayrı eğlenceli, güzel ve sevgi doluydu. Ev
sahibinin hazırladığı sarmalar, dolmalar, limonatalar, daha neleeer neleeer güzelce mideye
indirilirdi. Bir evden diğer eve giderken akrabalarla, komşularla karşılaşıp gülüşmeler, aynı
eve tekrar ikinci kez beraber gitmeler, hepsi birer neşe kaynağı.
Kapı komşumuzdan haberimizin olmadığı şu günlerde, kapısı çalınmadık komşunun
bırakılmaması, o zamana özel bir bayram geleneği olarak kaldı maalesef.
Toplumumuzda bir Avrupa özentisidir ki yıllardır alıp başını gidiyor. Yurt dışında yaşayan
gurbetçilerimiz, tüm yıl boyunca canını dişine takıp çalışırlardı. Elde ettikleri kazançlarını, biz
akrabalarını ziyaret etmek ve özlenen Türkiyemizin güzel sahil şeritlerinde tatil yapmak için
harcarlardı.
Bu tatil anlayışı, bir anlamda, bayram gibi özel günler de dâhil, tüm tatil anlayışımızı da
değiştirmekte bir etken oldu diye düşünüyorum. Çoğu insan, bayram tatillerini değişik tatil
beldelerine giderek geçirmeye başladılar. Tatile gidenler sanki gizli bir kinayede bulunurlardı
gidemeyenlere.
Aaaa siz gitmeyecek misiniz bu bayram tatile? gibi.
Bazen biz de kapatalım kapılarımızı bizi de tatilde sansınlar diyerek kardeşimle
şakalaştığımız da olmuştur. Ama hep bu; bu akımın suçu işte, yoksa biz ne diye evde misafir
ağırlamaktan kaçalım, değil mi?

İşte tam da bu zamanda akrabalık bağları, komşuluk bağları zayıflamaya başladı maalesef.
Örf ve âdetlerimiz, yerini Avrupa kültürüne bırakmaya başlıyordu. Oysa yurt dışında yaşayan
akrabalarımız, her defasında oralarda her şeyin çok güzel olduğunu ama insanlık, güler yüz,
samimiyet ve misafirperverlik olarak Türklerin yerini hiçbir milletin tutamayacağını
söylerlerdi. Biz bu değerleri yavaş yavaş kaybetmeye başladığımızın farkına yıllar sonra
varacaktık ve artık çok geç olacaktı.
Ve öyle de oldu.
Reklamlarda bile; bayramlarda büyüklerimizin ellerini öpelim, heyecanımızı onlarla
paylaşalım tarzında sosyal mesajlar verilmeye başlandı. Bir babaanne, oğlunun, gelininin,
torunlarının yolunu gözlüyor, gelen olmayınca da üzüntüsünden boynunu büküyordu.
Bu tür yapılan gizli, açık tüm uyarıların ve göze batırmaların bile pek bir faydası olmayacaktı
maalesef. Başından kültürümüzün, örf ve âdetlerimizin, insanlığımızın kıymetini bilmemiz
gerekiyordu.

Başa Dön