İran ile Amerika yıllardır birbirleriyle ters düşen, her fırsatta birbirlerine efelenen, diklenen ve rest çeken iki uç ülke.
Amerika, kendini Dünyanın tek patronu olarak gören, tüm milletlere hükmetmeye çalışan ve kendini öyle bilen bir ülke.
Birçok ülkeye sözde özgürlük, demokrasi götüreceğiz diye gitmiş ve fakat gittiği ülkeyi eskisinden daha beter bir duruma sokmuştur. Örnek aramaya hiç gerek. Hemen kapı komşumuz olan Irak ve Suriye bunun en bariz örneklerini yaşıyor. Öte yandan Libya da bu anti demokratik anlayıştan nasibini aldı.
Irak Lideri Saddam Hüseyin ile Libya Lideri Kaddafi diktatör addedilerek suçlu bulunup idam edildiler. Peki, bu, çözüm oldu mu? Kaç yıl geçti aradan. Bakınız Irak hala karışık, Libya hala karışık. Suriye de savaş kaçıncı yılına girdi biz de unuttuk. Yani Amerika girdiği yere barış değil, bela götürdü. Demokrasi değil vahşet taşıdı. Bu gün gerek Irak olsun, gerek Libya ve Suriye olsun eski günlerinden beter oldular. Vatandaşlar, Diktatör denilen ve katledilen liderlerini bu gün, mumla arar oldular. Genel kanaat ise eskiden ülkelerinin daha rahat ve daha huzurlu olduğu düşüncesidir.
Amerika, Nükleer silahlar dedi, Adaletsizlik dedi, Diktatörlük dedi. Ama bu söylemlerinin hiç birini ispat edemedi. Ne mi yaptı? Girdiği ülkelerin tüm zenginliklerini ganimet edip kendi ülkesine taşıdı. Gerek petrol olsun, gerekse ülkenin altınları olsun hepsini el altından Amerikaya taşıdı ve belki de gelecek yüz yılını garanti altına aldı. Şimdi de görevini tamamlamış zannedip geri kaçma planları yapıyor.
Ama daha gözü doymadı. Çünkü sırada İran ve belki sonra Türkiye var. Allahtan Türkiye ile sürtüşmeyi göze alamıyor. Çünkü Türkiye ciddi bir güç ve çok güçlü bir ülke.
Iraka elini kolunu sallaya sallaya giren Amerika Türkiyeye de öyle giremeyeceğini çok iyi biliyor. Türk milletinin vatanını canı pahasına sevdiğini ve ölümüne onu koruyacağını çok iyi biliyor. O nedenle Türkiyeye bulaşmıyor. Sadece küçük küçük manevralarla yoklamalar çekiyor. Ama ondan öteye gidemeyeceğini de çok iyi biliyor.
Gelelim İrana. Molla olarak gördükleri İranı da tehlike addediyorlar. Ortadoğuda Türkiyeden sonra gelen diğer bir güç de İrandır zira. Gerek nüfusuyla, gerek petrolüyle, gerek diğer zenginlikleriyle İran da Amerika için tehlikeli bir güç. Anlaşılan o ki Amerika Ortadoğuda kendine karşı olan bir güç istemiyor. Kendi isteklerini yerine getiren, her dediğini yapacak bir maşa istiyor. Ama ne Türkiye, ne de İran bunu yapacak ülkeler değiller. Çünkü her ikisi de İslam ülkesi. İslamın doğruluğu, dürüstlüğü ve insan sevgisiyle hareket eden ülkeler.
İşin özü aslında burada yatıyor. İki İslam ülkesi olan Türkiye ve İran Amerika için ciddi rakip olarak görülüyor. Ve İslamın bölgede söz sahibi olmasını istemiyor.
Amerika, yaptığı bir operasyonda İranlı komutanı öldürdü. Aslına bakılacak olursa bu olay düpedüz bir cinayettir. Çünkü hangi hak, hukuk ve yasaya dayanarak bu komutanı öldürdü Amerika? Neye dayanarak işledi bu cinayeti? Her şeyden önce insan soruyor: Amerika nere, İran nere? arada binlerce kilometrelik yol var. Yani Dünyanın öbür ucu.
İran, bu cinayet karşısında boş durmayacağını ve komutanın intikamının alınacağını duyurdu. Ve bu söylemde kalmadı. İran, bir misilleme yaparak Amerikanın Iraktaki üssünü vurdu.
İran, 80 kişinin öldüğünü söyledi. Ama Amerika birkaç gün bu olay karşısında sustu. Herhangi bir açıklama yapmadı. Bütün Dünya bunu bekledi. Amerika ne yapacaktı? Ufukta bir savaş görünüyor muydu? Bu savaşın çıkması ne demekti? Bir 3. Dünya Savaşı çıkar mıydı? Ülkeler kutuplaşıp yeni bir Dünya Savaşı çıkar mıydı? Bir tarafta Rusya, Çin, İran ve belki Türkiye; diğer tarafta Amerika, Fransa, Almanya, İngiltere, İsrail ve bazı Arap ülkeleri saf olup savaşır mıydı? Bir Dünya savaşı ne anlama gelirdi? Dünyanın sonu olmaz mıydı bu?
İşte geçtiğimiz gün Amerikanın çılgın Başkanı Trump, sessizliğini bozdu. Basın karşısına çıkıp bu olay hakkında düşüncelerini açıkladı. Herkes Trumpın çılgınlığa kapılarak asıp keseceğini, yağıp gürleyeceğini, İrana verip veriştireceğini bekliyordu. Ama olmadı. Tam tersine o Çılgın Trump gitmiş, yerine uysal ve ağırbaşlı diyebileceğimiz başka bir Trump gelmişti.
Ilımlı ve olgun konuştu Trump. Savaş çığlıkları atmadı. Yapılan saldırıdan Amerikalı askerlerin zarar görmediğini, kimsenin burnunun kanamadığını belirtti. Trump: Ben ABD Başkanı olduğum sürece İran'ın nükleer silah elde etmesine asla müsaade edilmeyecek dedi. En fazla olarak cezalandırıcı ekonomik yaptırımlar gelebileceği yönünde sözler sarf etti.
Trump, NATO'nun bundan sonraki süreçte Ortadoğu'ya daha fazla müdahil olmasını isteyeceğini ifade etti. Yani Trump, bir savaş çığırtkanlığı yapmadı. Çok uzun da konuşmadı. Kısa konuşup sözlerini bitirdi ve dönüp gitti.
Tabii bundan önce tabloya da bakmak lazım. Trump gelmeden askerleri çıktı sahneye. Adeta bir gövde gösterisi yaptılar. Birlik ve beraberlik içinde olduklarının mesajını vermeye çalıştılar. Çünkü bütün erkân orada idi. Trump da tam onların önüne gelerek yaptı konuşmasını.
Şimdi kafalarda şu soru oluştu: Kim doğruyu, kim yalanı söylüyor? Çünkü İran saldırıda 80 kişinin öldüğünü belirtirken, Amerika erken uyarı sistemi nedeniyle hiç kimsenin zarar görmediğini söyledi. Bu da gösteriyor ki iki ülkeden biri gerçekçi değil. Ya İran yalan söylüyor, ya da Amerika yalan söylüyor.
İşin güzel yanı da her iki ülkenin de aslında savaş istemediklerini ama birbirlerine de bulaşılmasından kaçınılması gerektiğini belirttiler.
Trump iranın terörizme destek verdiğini, bundan vazgeçmesi gerektiğini dile getirirken Ülkeler İran'ın istikrarsızlaştırıcı davranışlarına göz yummuştur. Biz buna asla izin vermeyeceğiz. Sözlerini sarf etti.
İran da Savaş istemediklerini ama kendilerine yapılan saldırılara da sessiz kalmayacaklarını, mutlaka cevap vereceklerini söyledi.
Neticede her iki ülke de aklı selim olmak zorunda kaldı. Ve şimdilik tansiyon düştü. Bütün Dünya da biraz nefes aldı. Zira daha o geceden dövizler çıldırmaya başlamıştı bile. Ama ortalığın yatışmasıyla birlikte döviz de geri adım attı. Savaşın eşiğinden dönüldü.
Tüm Dünyaya geçmiş olsun
