Yabancısı olduğum bir kentte iş için bulunuyordum. Kaldığım otelden çıkıp çarşıya doğru yürürken İçinde bulunduğum karamsarlığa uygun bir şarkının nağmeleri dalga dalga geliyordu kulağıma. Sesimde şarkısı aşkın figan olup gidiyor. Terkedilmişliğin acısını hafifletir diye biraz alkol almıştım. Şarkının etkisiyle terkedilmek dağ dağ büyüdü gönlümde. Sesin geldiği tarafa yöneldim. O güzel şarkının nağmeleri gittikçe daha etkili geliyordu kulaklarıma. Beynimde o vefasız, üstünde yürüdüğüm parkelerde ve o güzel şarkının tüm sözlerinde hep o vardı. Sesin kaynağı bir pastahanedeydi. İçeri girip, o plağı bana satmalarını istedim. Satamam dedi konuştuğum kişi. Bedelini fazlasıyla öderim dediğimde, o şarkı plakta değil teypte, öyle olmasaydı size hediye bile ederdim onu. Şansızlığıma lanetler yağdırarak ayrıldım oradan.
O şarkıyla bir kaseti tüm doldurup ona gönderecektim. Doksan dakika hep o şarkıyı dinletecektim ona. Olmadı. Şans bana ne zaman güldü ki, şimdilerde gülsün. Terkedilmişliğin acısını ne mektuplarımda, ne de telefon konuşmalarımızda anlatamamıştım ona. Hep unut beni diyordu. Ama o da beni unutamıyordu. Gecenin geç bir vaktinde telefon edip soruyordu ne yapıyorsun diye. Saatler sürüyordu konuşmamız. Hep hüzün dolu şarkılar dinletmemi istiyordu. Çoğu kez de hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Aşkımız bitti diyordu ama, yinede sesimi duymadan edemiyordu.
Yine telefonum çaldı. Gecenin bu vaktinde arayanın kim olduğunu biliyordum. Uzun zamandır aradığım şarkıyı bulmuştum. Doksan dakikalık bir kasete yalnız o şarkıyı doldurmuştum. Teypimin tuşuna basıp telefonu açtım. Hiçbir şey söylemeden, ahizeyi teybin hoperlörüne yaklaştırdım. Sesimde şarkısı aşkın figan olup gidiyor. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ağlarken çıkardığı sesler teybin sesine rağmen net olarak duyuluyordu. Hıçkırıklar arasında ne olur konuş benimle kes artık şu şarkıyı diyordu. Duymamazlıktan gelip şarkıyı dinletmeye devam ettim. Tüm ısrarlarına rağmen konuşmadan, doksan dakika dinlettim o hüzün dolu şarkıyı. Şarkı bitince hiçbir şey söylemeden telefonu kapattım. Telefonumun zili durmadan çalıyordu. Açmadım. Bana çektirdiğin acıları biraz da sen çek diyerek telefonun fişini pirizden çektim.
Sabah gözleri ağlamaktan şişmiş olarak geldi iş yerime. Gelmesi hiç şaşırtmadı beni. Geleceğinden emindim. Koltuklardan birine oturdu.
Senin kalbin yok mu diye sordu.
Çok şükür hiçbir sağlık sorunum yok. Ne kalbimde ne de başka bir yerimde diye yanıtladım.
Ben sana kalbin hasta mı diye sormadım. Vicdanın yok mu diye soruyorum. O nu iyice çileden çıkarmaya kararlıydım.
Vicdan pavyona düştüğünden beri ortalıkta görünmüyor. Çok kötü sinirlendi. Kucağında tuttuğu çantayı göstererek,
Benimle dalga geçme, bunu kafana indiririm.
Deminden beri habire hastaneye kafası çantayla yarılmış adamlar taşıyorlar. Demek ki onların kafalarına çantayı sen indirdin. Ayağa kalkıp tezgahın arkasına yürüdü. Kafama vurmak için havaya kaldırdığı çantayı elinden alıp yan tarafa attım. Kolumu beline doladım. Karşı gelmedi. Koltuğu iterek yere uzandım. Diğer elimle ensesinden çekip üzerime yatırdım. Dudaklarımız biribirine kenetlendi. Çektiğimiz acıların tümünü unutmak istercesine çok uzun süre seviştik. Dargınlığımız sona ermişti. Bir daha biribirimizden ayrılmamaya karar verdik. 2000-02-28
ÖzcanNEVRES