Yakınma

Doğayla çatışma,doğaya yabancılaşma

yazı resimYZ

İstanbul’da sayıları hızla artan aynı kalıptan çıkmış gibi, mimarların dokunamadığı müteahhit yapımı çirkin apartmanlardan biri, biraz daha eskice olanı, önündeki bahçesiyle diğerlerindenayırtedilebilir. Apartmanın önünde, dış kapının her iki yanında uzanan ortadanonyedibasamaklı bir merdivenle ayrılan bahçe...Bahçe yokuş yukarı olduğundan kışınkar tutarsa çocuklara muhteşembir oyun alanı olur. Naylonların üzerine oturarak kayarlar. Böylelikle apartmanın önündebiriken kar kapıcıyı sinirlendirir. O da sinirini çocukları azarlamakla boşaltır. Bütün bunlar çocukların umrunda değildir, onlar çocuk olmanın keyfini çıkarırlar. Pencereden izleyen büyüklerin de canı gider amaçocuk olma cesaretini gösteren çıkmaz. Bahçenin merdivenle buluştuğu kenarı, sarı- kırmızı –pembe- kahverengi yıldız çiçekleri süsler. En yukarıdaki merdiven basamağının iki yanında yirmiyedi yıllık kavak ağaçları kimi zaman kuşlara yuva olur. Kavakların biraz ilerisinde, ara yol olmasına rağmen arabaların sıklıkla geçtiğiyol seyreder. Japon elması ağaçları, kayısı ağaçları dağınık olarak gezinir bahçede. En aşağıda çocukların altında oturabileceği büyük bir iğde ağacı vardır. Böylelikle ağaçlarla büyüyebilen apartman çocuğu ayrıcalığını yaşarlar. Apartmanın arkasında iki sene önce çimenlerle donatılmış, eskiden insanların pencereden aşağı eline geçeni attıkları yer,artık otoparkçıların göz diktiği alan oldu.Apartman otoparkçılarının...İştebu apartmanınbirinci katında, yaptıklarıyla, dedikleriyle komşularınıbezdirenHüsnü Bey oturur. Sırf komşuları değil mahalleliyi de...Hüsnü Beyellialtıyaşında, sular idaresinde çalışan bir memurdur. Üç dörtaya kadar emekli olacağından emekliliğinin rahat günleri için hazırlık yapıyor.. İlk iş olarak salon penceresinin önüne kadar gelen kayısı ağacının dallarını kestirdi. Dışarıyı izleyemiyormuş, gelip geçeni göremiyormuş, dalların gölgesi odayı karartıyormuş. Tabi, gelip geçeni izleyecek, ona laf yetiştirecek, buna dedikodu yetiştirecek böylelikle sıkıcı emeklilik günlerine hareket katacak. Gerçi o, şimdiden tele vole gibi çalışıyor; karşı apartmanayeni taşınan kadın geç vakitte eve geliyormuş, üçüncü kattaki komşularbir kadın meselesi yüzündensürekli kavga ediyorlarmış...Kim evine yeni bir şey almış,kim tatile bir yere gitmiş hepsini takip eder.

prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /

Hüsnü bey kibrit yada çakmak kullanmaksızın sigara içer, birini diğerineulayarak, biten sigaranın ateşiyle yenisini tutuşturarak. Apartmanın öndeki caddeye ulaşmak için çıkılması gerekenonyedimerdiveni soluk soluğa çıkar. Aslında soluma değil tıslamadır bu. Bir ineğin tıslamaları onunkinin yanında üfleme gibi kalır. Konuşurkenaynı tıslama sözcüklerin arasında kendini gösterir, bu sırada sigarsı dadudağınınsol köşesinde durur. Sigarasını sadeceyemek yerken ağzına almaz. Bu süre en fazla beş dakikadır. Yemeği savaşır gibi yer , hiç soluk almadan, arkasından koşturan var gibi. Yüz çizgileri aşağıdoğrudur. Sözleri yüzüne yaraşır şekilde daima yakınma içerir. Hiçbirşeyden memnun olmaz. Pahalılıktan yakınır en çokda. Nerede ucuz mal satılıyor arar bulur. Sabun hangi markette ne kadar, domates nerede daha ucuz bilir. Bu bilgi birçok ürün ve dükkan için geçerlidir. Başka semtteki dükkanları, pazarları da bilir. Zaten Hüsnü Bey’in işinin dışında en çok gittiği yer pazarlardır. Yıllardır değiştirmediği siyah paltosu ve siyah fötrü,bazan kolunun altına aldığı bazan kenarından tuttuğu siyah el çantasıyla sokağa çıkıp kara gözleriyle baykuş edasıylasağı solu tarar. Sarkık gerdanıyla daha da büyüyen yüzünde ufacık burun emanet gibi durur. O tıslamalar bu burundan nasıl çıkar şaşırır insan. Ne sakal ne bıyık bırakır, traşsız dışarı çıkmaz. Hergün düzenli olarak dükkan ziyaretleri yapar, fiyat alır, insanları bıktırıp eli boş geri döner. Bu ebedi (süreğen)takıntısından başka dönem dönem geçicitakıntıları da olur. Bir ara ağaçların yanına park eden arabalara takmıştı. Hem görüntüyü bozuyormuş, hem çok gaz çıkarıyormuş çevreyi kirletiyormuş, hem de apartmanda bir aileye ancak bir arabalık yer düşermiş. Kendisi araba aldığındaysa-her ne kadar benzin harcamamak için pek kullanmasa da-o bölgedeki yeşillikleri yoldurup betondöktürmüştü. Üç dönemdir yöneticiliği kimseye kaptırmıyor. İnsanlar da zaten angarya olan bu işten kaytarmak için uğraşıyorlar. Bu süre içersinde değiştirdikleriüçüncükapıcı da çıkmak üzere. Sabah işe giderken akşam işten döndüğünde dahası dışarı çıkarken ve girerken kapıcının kapısını çalıyor. Adamın giydiği pantolona , gömleğe karışıyor, çocuklarının yediklerine karışıyor, kullandığı suyun çokluğunu söylüyor . Kaloriferi az yaktı çok yaktı daha neler neler. O an aklına ne gelirse söylüyor. Dolayısıyla apartmana kapıcı dayanmıyor. Hüsnü Bey’in karısı da dayanamadığı için yılın yarısını memleketinde geçiriyor.

Şimdi de bahçedeki ağaçlara taktı. Önce kavak ağaçlarını dipten kestirtti. Baharda kavaktan çıkan tüyler evlere doluyormuş, insanın ağzına kadar giriyormuş. Hem orada uzun boyuyla ne işe yarıyormuş ki kavaklar. Sonra,başka yer yokmuş gibi onun penceresine doğru uzanan kayısı ağacını kestirtmek için uğraştı. Geçen sene çocuklara kayısı toplattırdığı, bir güzel reçelini yaptırttığı ağaç şimdi ırzına geçilmişçesine çırılçıplak duruyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi diğer ağaçları da kırptırtmaya başladı. Bu olup bitenler karşısındaüç-beş kişiden başka kimsenin sesi yükselmedi. Yükselenleri de Hüsnü Bey bıktırıcı tavrıyla susturdu. Japon elması ağaçlarına ne gerek varmış, boşuna sulanıyormuş. Kayısı ağaçları kesilsin ki, onun bunun çocuğu kayısı toplamak için bahçeye doluşmasın, çimenler ezilmesinmiş. Alt katlarda oturanların evi bu ağaçlar yüzünden güneş almıyormuş. Bir zamanlar ağaçlarla güzelleşmiş bu bahçe şimdi gariban, fukara duruyor. Ağaçların gövdesi kütük olarak bahçede oturak görevi görüyor. İnsanlar çimenleri çiğneyerek Hüsnü Bey’in ardından bahçeye giriyor, kütüklerde oturup keyif yapıyor. Canı yanançimenleri ağlayan ağaçların gözyaşları suluyor.

Hüsnü bey penceresinden çevreyi izleyebiliyor artık. Eserine bakarak gülümseyecekken yine bir yakınma başlıyor. Birkaç gündür martı ve kargalardan şikayetçi. Bu kötü sesli pis kuşlar da amma çoğalmışmış. ”Şu kötü öten pis kuşlar yüzünden güzel ötüşlü kuşlar azaldı”diye kızıyor onlara. Es kazarastlarsa birine,çanta , şemsiyeelinde ne varsa vuruyor. O kadar çoğalmış arsızlaşmışlar ki yollarda banklarda rahatça dolaşıyorlarmış. Eskiden böylemiymiş, deniz martısından başka martı olmazmış İstanbul’ da, o da denizin yakınlarında olurmuş. Bu zamankiler çöp martısıymış, kara kara. Nerdeyse beyaz deniz martılarından çoklarmış. ”Bir de kör olası kargalar arttı, şuna bak çatılardaki antenler karga yuvası olmuş” deyip duruyor . Kargaların konuşlanacağı ağaçların yokluğundan, mesken tuttukları antenleri de söktürecek bu gidişle. Çoğalançirkin kuşlar güzel kuşlara yer bırakmıyormuş. ”Pis leş kuşları” diyor. ”Çöp yersiniz ancak kötü kötü ses çıkarırsınız. Sizin yüzünüzden güzelim sakalar, serçelergelmez oldu buralara”.

Başa Dön