Bence siz; Çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklayınız acılarınızı
Uykusuz gecelerde mesela
Ben büyüdüm, öğrendim.
Çocukken boynuma geçirdiğim kravatların yalan söylüyordu baba.
Mesela ben; Buluttan buluta atlarken sevdalara karışıp, yol gözlerken ayak uçlarının tıkırtısına kulak kabartarak, yanarken bekleyişler ve düşlerle, gelmeyeceğini ve sevmeyeceğini bile bile, gecelere aldanıp, büyüdüm öğrendim Ve İrrasyonel yalnızlıklara böldüm geceyi
Olsun be güzeldi Güzeldi çocukluğum
Ama sonra büyüdüm, acıdım.
Çocuklar kovdu beni oyunlarından biliyor musun anne?
Sokakların pamuk şekercilerinin sesini duyuyor, Ter tutmuş sırtıma eski atletlerden yaptığın bezi koyuyor musun hala?
Şimdi yorgun ve kırgın otururken kaldırım tozlarının üstünde, Dizlerim çoktan kabuk tutmuşken, Kalbim herşeye kanıyor anne, görüyor musun?
Ben büyüdüm.
Büyüyordum işte ve; Çocuk diyordu öğretmenim
Döndü, baktı bir kez daha, fısıldadı:
Lanetli çocuk
Ama ben hala bir çocuk gibi koşturuyorum servise, sanki eve gidince benim olacak.. Ya da erken gitmezsem eve götürmeyecek..
Kahretsin zili duymadım!
Çocuktum; İki Berlin birleşiyordu ve biz, çocuk ağzımızı yayarak izliyorduk siyah beyaz televizyonlardan, Dünyanın sonsuz sanılan ayrılıklarını.
Öyle çocuksuydu işte Ben evciliği dışardan izliyordum. Oyuna alınırım belki diye Oysa sen bilyelerine aldanıyordun hain çocukların
Ben büyüdüm, acıdım, çürüdüm.
Sonra bi gün, bir kuytuda gözlerini bağladılar Nazımın Çocukları kandırıyor diye anların en saflığında Yersiz vaatlere salıyor diye ağzına bir yazma sıkıştırıp, halatlarla dolanmış ellerinin üzerine bir tekme indirip, attılar karanlık içine karanlık gecenin
Ne yaptın be usta?
Güzel günler! koca bir yalan
Artık renkli şekerlerle gelme kapıma, annem hırsız biliyor umutlardan aşırdığım
Bahçedeki söğüte asılı salıncağı, kış diye kaldırdım bugün, belki bahara be usta
Dünya yalan söylüyordu anlıyor musun? Dünya yalan söylüyordu.
Peki senin de tenine kasım soğukları değdi mi? Senin de yüzündeki yorgun tebessüm, rüzgarların elinden tutup gitti mi?
Yitirişlere adanılan bir ömürde, sahip çıkamadığımız bir çocuksu aşkın izleri, hala göğüs kafesimi intihara zorlarken, senin de şehrinde yalnızlık tohumları bitti mi?
Hala ısınmaya çalışan iki yorgun ayağın, o yasaklı bahçelere dalmak istiyor mu?
Hala yazıyor musun gecelere o bekleyiş romanını?
Hala pencerenin kenarına dayanıp gecelerin ışıltılarına dalıyor musun uzaktan?
Senin de şehrinin kuşları terk-i diyar etti mi?
Ağzımızın ıslaklığı son hıdırellezde tahtını kurak iklimlere bırakmışken, çatlamış kalmış coğrafyada süzülen ellerimde, hala saçlarının nağmeleri süzülürken, ve hala yorulmaksızın atışırken kalp ağrılarım, sökülmeye yüz tutmuş ömrümün bu yüzündeki duvarın boyası, griye bulandırırken kırık düşlerimizi, senin de umutların tenhalarda yitti mi?
Milat sayılırken artık bu geç zamanlar, geri dönüşsüzlüğe salınmış ne çok geçmiş varsa, ve ne kadar gülücük varsa sevdaya dair, koca bir çuvala doldurup, senden kalanları da kenarına sığdırıp, bir daha anımsamamak için bir türlü unutamadığım yüzünü, artık sahibi olamadığım o göz yaşlarının aynından yakama iliştirip, giderken isteksiz adımlarla sonsuzluğa, senin de bu ayrılık ağırına gitti mi?
Sen sadece zillere basıp kaçtın geç bi vakit
Şimdi ben;
Düğümlenip boğazımın orta yerinde, soluksuz bırakan bir içki misali, yanarken içten içe, alımlı alacalı gündüzlerin şakağına dayayıp bıçağı, ikiye ayırıyorum zamanı Yine avazların yorgun düşüp köşeye çekildiği bir gece, -yani bu gece- tutunup bırakmadan yerküreyi yalınlaştırıp gözümün önünde, yalnızca özlemlerin garipliği, ve hasretlerden payıma düşen gelecek -gelmesini istemediğim- günlere, yanımda götüreceğim boş bakışlardan başka, tek bir gülümseme yok ceplerimde İşte bekleyiş, işte umut Tuğlalarını birer birer kırdığım çocukluğuma, ve koca bir boşlukla geçmiş bir gençliğe, bir yazılı kağıdı bırakmamı çok gören, kader denilen birşey varsa, kusup kinimi tam içine, yürüyorum
Yalnızca Yürüyorum
Ve büyüyorum
Büyüdüm. Yürürken Acırken Büyüdüm
Öğrendim.
Oysa biz; bölmeliydik seninle, hayatı orta yerinden Susmalıydık haince içimize süzülen, o yaramaz çocukluklara Gülmeliydik inadına, kanamışlıkların, ve bir başına kalmışlıkların Yarmalıydık acılardan ve ayrılışlardan önümüze çekilen o koca dağları
Ve unutmalıydık birbirimizi, nereden başladıysa orada kalarak
Ben Büyüdüm, acıdım.
Acıdım, büyüdüm
İçimde bir çocuk hala, beş taşın birini arıyor
Ve hala bilyelerini saklıyor bir küçük torbanın içinde
Büyümek mi acıtan? Acılar mı büyüten?
Kaşlarını çatıp sabırsızlıkla açıyor hala erimiş çikolatayı, sakız kutularından seçiyor en renkli olanı
Büyümek mi acıtan? Acılar mı büyüten?
Ama bir yanımda yorgun ve suskun bir dev, elleriyle sarmalıyor kum tanelerini
Beceriksiz yetişkinliklerle diziyor rayları
Büyümek mi acıtan? Acılar mı büyüten?
Kusup kinini yine kendi içine, ve ağlamaklı erkekliklere sığdırıp yanılmışlıklarını, sesleniyor kendi kendine;
Bi cevap verin!
Büyümek mi acıtan? Acılar mı büyüten?
Ben Büyüdüm, acıdım, kaybettim
Ben zaten alıştım Vitrinlerden eli tutulup çekiştirilen çocuklar gibi, gelişine aldanıp her gidişe bir alacalı camekan gibi bakakalmaya
Ben büyüdüm.
Hayır! Giden sen değilsin
Yarım bırakılmış çocukluğum
Çocukluğum
Büyüdüm ama ben,
Çocukluğumu özledim.
Gorbaçovun kelindeki çizgiyi bile