Ey Analar Çocukları Okullarda Doğurun Devlete Zorluk Çıkarmayın

"Bu kapsamda 2023 yılında ise hedefimiz, 4 ve 5 yaşta okul öncesi eğitime erişimi yüzde 100'e çıkarmak. Dolayısıyla 2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da yer aldığı şekliyle 5 yaşa anaokullarının zorunlu hale getirilmesi yönündeki hedefimizi gerçekleştirmek için tüm planlarımızı ve bütçe yapılandırmamızı yapıyoruz.

yazı resimYZ

"Bu kapsamda 2023 yılında ise hedefimiz, 4 ve 5 yaşta okul öncesi eğitime erişimi yüzde 100'e çıkarmak. Dolayısıyla 2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da yer aldığı şekliyle 5 yaşa anaokullarının zorunlu hale getirilmesi yönündeki hedefimizi gerçekleştirmek için tüm planlarımızı ve bütçe yapılandırmamızı yapıyoruz. Şu anda bağımsız anaokulu ve ana sınıflarında yaklaşık 1 milyon 220 bin öğrenci eğitim alıyor. Yeni oluşturulacak kapasite ile bunu 2,5 milyona çıkaracağız. Böylece okul öncesi eğitim kapasitesinde yüzde 100'lük bir artışı sağlamış olacağız."

Milli Eğitim Bakanı Sayın Özer bunları söylerken ben dinlemedim. Sonradan okudum ve büyük bir şaşkınlık ve hayretle karşıladım bu konuşmayı. Sayın Bakan yeni yatırımlar hedefliyor Sayın Cumhurbaşkanının emriyle. Ben şunu anlıyorum ki, bu proje Sayın Bakanın değil, Sayın Cumhurbaşkanının projesi... Sayın Bakan sadece bir taşeron.

Gelelim olması gerekenlere... Şu anda toplamda 36.483.762 öğrenci var. Şimdi bu öğrencilerin aldıkları eğitim, okudukları okul şartları, teknik donanımlar, ailelerin öğrenciler için ayırabilecekleri harcama tutarları... Eğitim personeli, yardımcı personel ve eğitim araçları...

Ben Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz, Akdeniz, Ege, Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde çalıştığım için diğer yerlerin de durumları hakkında da bir fikir oluşturacak kadar bilgi sahibiyim. Şimdilik ben Marmarada orta büyüklükte bir ilçede bulunan okulların durumuna yönelik bazı saptamalarda bulunacağım. Göreceksiniz ki, eldekinin hakkından gelemeyenler, ellerinde olmayanlara bulaşma ve bozuk vicdanlarını süsleyerek topluma şirin görünmeye çalışmaktalar.

İş ve İşçi Bulma Kurumunun yolladığı ve bildiğim kadarıyla okul aile birliği tarafından ücretleri karşılanan yardımcı personeller okullarda çalıştırılmakta ve bu personel sayısı da yeterli gelmemekte; Nasreddin Hocanın dostlar pazarda görsün misali.

Bu salgın döneminde daha önceki yazılarımda da yer verdiğim gibi, ne tedbir, ne personel yeterliliği, ne sağlık malzemesi, ne de sağlıklı ortamlar oluşturulamadı / oluşturulmadı. On kişinin kullanması gereken sınıflarda otuz beş öğrenci bulunuyor. Aynı sırada en az iki kişi omuz omuza oturuyor. Birbirinin nefesini içlerine çekecek kadar yakın bu insanlara okul bahçesinde mesafe ayarlanmaya çalışılıyor.

Sağlık liselerinde alan laboratuvarları yok. Yeterli sayıda tuvalet ve lavabo yok. Yeterli okul kütüphaneleri yok, hepsinden geçtik, öğrencilere ücretsiz dağıtılan, içeriği yığınla bilgi yanlışlıklarıyla dolu ders kitapları yok. Ne kadar yok var değil mi okullarda? Okullarda barındırılan, ancak okumak istemeyen ya da o okulda okumak istemeyen bir yığın öğrenci var.

Okullarda yeterli öğretmen olmadığı için dışarıdan öğretmen niteliği oluşmadığı düşünülüp ataması yapılmayan öğretmen adayları ücretli derslere sokuluyor. Bu kişiler nitelikli öğretmense neden atamaları yapılmıyor, nitelikli öğretmen değillerse neden derslere girmelerine için veriliyor? Konuya ilişkin bir bilgi de yok.

Personel atamaları da ayrı bir mizah konusu... Görevini hakkıyla yapamayanı görevden alıp, görevden alınan kadar görev yapamayacak olanı göreve getirmeleri de ayrı bir meziyet. Okullarda devam ölçeğini yüzde doksan sekizden, yüzde yüz ikiye kadar artırabilen bir il milli eğitim müdürünü daire başkanı yapmak gibi meziyetler de var, bu ciddi çalışmalar arasında.

Elli dakikalık öğle arası molada küçük bir odadan ibaret olan ve adına kantin denen yerde öğrencilerin yemek yemeye zorlanması ve öğretmenlerden de silahsız gardiyanlık yapmalarının istenmesi de cabası. İşte size sosyal ahlak; öğrenci dışarı çıksa on liraya karnını tıka basa doyurup, üstüne de çay içse daha ucuza gelecekken, okul müdürlükleri, milli eğitim müdürlükleri ve kantinciler kazansın diye kendi öğrencisinin sömürülmesine seyirci kalan, hatta sömürülmesini teşvik eden bir Millî Eğitim Bakanlığımız var.

Tek tip kıyafeti öğrenciye dikte edip, belirli kesimlerin malzemelerini sattıran ve öğrenciye istemediği kıyafeti zorla giydiren de Millî Eğitim Bakanlığı. Millilik bunlarla mı oluyor, diye muhatap bulamadığım için kendi kendime çok sordum. Bir bok elde edemedim. Köre güzel göstermek, sağıra müzik dinletmekten öteye geçemedi bütün çabam.

Sözü uzatmayalım, itibardan tasarruf yapılmaz diyen bu zihniyet, kendi odalarını kral dairesi gibi döşerken, birer kulübeden farkı olmayan sınıflara otuz beş öğrenciyi doldurmaktan utanmadılar. Bir öğretmenin sınıfa girdiği zaman hurdaya dönmüş bir masa ve berbat bir sandalye ile karşılaşması bu zihniyetin umurunda olmadı. Öğrenciler de umurunda olmadı bu zihniyetin. Kendi yanlışlarını sorgulamadan noter gibi tasdik edecek garip yaratıkları aradı durdular, bulduklarını da bürokrat yaptılar.

Şimdi soruyorum, ülkede bunca eğitim sorunu varken ve bu sorunlar çözülememişken, hangi mantıkla, beş yaş ve aşağısı için eğitim faaliyeti başlatıyorsunuz? Üç yaşındaki çocuk okula gidince daha mı zeki olacak? Elinizdeki öğrencilerin eksiklerini gideremezken, bu saçma sapan fikre kapılmak nasıl aklınıza gelebiliyor? On kiloyu kaldıramayan bir haltercinin yüz kiloyu kaldırma girişimine benzemiyor mu sizin bu çabanız? Neyi ispatlamaya çabalıyorsunuz?

Allah aşkına yapmanız gerekeni az da olsa yapın. Çok zorlayarak ülkeyi ve eğitimi fıtık ettiniz, bari kendinizi fıtık etmeyin. Belki günün birinde eğitime yararlı bir şey yapmak istersiniz de (olmaz ya), fıtık yüzünden yapamazsınız.

Allah sizi de, bizi de, ülkeyi de ıslah etsin ve fabrika ayarlarına dönmemizi / dönmenizi nasip etsin.

28 Ekim 21
Gölcük

Başa Dön