Nasıl ki; bir yıldız kaybolur, bir karnın boşluğunda
Kapıdan girmemle çerçevedeki toz birikintilerinin kaşlarımın içine doluşması aynı ana denk düştü.
An. Bir insan için en kısa zaman bölünmesi. Kısa. Ancak hatırlanan. Anı sözcüğü muhtemeldirki bu kaynaktan doğar. An. Bir gözgöze geliş kadar.
Keskin bir terk edilmişlik kokusu tüm koridoru sarmıştı. Karıncalar, duvar diplerinin yeşertisine ayak uyduruyordu.
Boş koridorun sonunda, karşı duvarda, belli ki büyük büyük dedelerden kalma, soylu aile silüeti asılıydı. Madalyalardan bir yığın Osmanlı hatırası, rengahenk bir cümbüşün solgun hatırasını, solgun çerçevesinden taşırmaya çalışıyordu.
Koltukların üzerine, bilmem kaç mevsim önce serilmiş muhtemeldir ki menşei beyaza dayanır- örtüler satranç tahtası gibi dizilmiş parkelerin üzerine yığılmıştı.
Ahşap işlemeli koltuk kenarları, kapı kolları, tavandaki desenlerle tezat birer sanat karmaşasıydı. Karmaşa, bir tezatlığın sonsuz ilişkisi.
Buradayım!
Bu bol güneş alması beklentisiyle yaratılmış, şehvetli ve haşmetli perdelerle sonuna kadar kapatılmış pencerelerden en büyüğünün önünde durdum. İki elimle, ki aynı ritimle ve devinimle, aynı hamlenin iki zahirini yaratarak, bordo renkli bol püsküllü perdeyi açtım.
Bu evde doğdum, bu göğe baktım dedim.
Öyleyse, neden böyle gizlice giriyorsun? dedi.
Vermiyorlar dedim.
Neyi? dedi.
Sıkışmış pencere kollarını kim sever ki ben de seveyim? Zorladım, açtım birini. Pencere, zerdali kokulu bir sokağa bakıyordu. Ya da ben öyle sandım. Ne bileyim?
Aşağıda mavi bir Murat 131 duruyordu işte. Öylesine buruk.
Kafamı içeri çevirdim. Baktım.
Annem dedim kendi kendime, Annem çok kızardı bana
Ne bileyim belki ben
Ben belki annemi üzdüm
Annem o kırmızı arabayı komşunun oğluna verdiğinde
Vaktiyle en çok ben yalnızdım. Böyle, balkon demirlerinden aşağı bakan çocuk, çocuk yüzlerine bakıyordu öylece.
Beni neden buraya getirdin? diyordu öyle bakarak.
Sen dedim, baktım gözünün içine Sen, zillere basıp kaçtın sadece geç bi vakit
Anlamıyorum seni Anlamlandıramıyorum diyordu, öyle uzak işte.
Ben baktım, uzun uzun baktım.
Bir gece, babam televizyonun son sesini açmış, karanlıkta oturuyordu.Böyle camlara naylon poşetler yapıştırmıştık. Çocuktum anlıyor musun? Saddamın hardal bombasını, poşetlere doluşacak meyveler zannediyordum anlıyor musun?
Babam televizyona bakıyordu. Ben yıldızlara. Zeki Müren de öldü dedim kendi kendime.
Sustu, baktı öylece.
Televizyonun düğmelerine bastım.
Çıt
Korkuyorum dedi. Bırak gideyim
Korkuyordu gördüm.
Böylesi gözlerinden, böylesi patika bir yoldan aşağı koşar adım gidiyordu işte.
Gitme dedim ama ardına bakmadan işte, tam da öyle.
Küçük Prensi okudun mu? dedim.
Yok dedi. Ben kitap okumam.
Ya Çocuk Kalbini?
Böyle çocukların yüzü kızarır
Baktı, öyle boş, öyle uzak
Çıkalım buradan. Dedi.
Gırtlağının orta yerindeki gerdanlığın keskin süzülüşü titriyordu orada.
Dudakları morarıyordu o an. Bir tükenmez kalem karalayışı gibi. O kadar kısa, o kadar silik bir an
Gidelim diye yineledi.
Gidelim, burada kimse yok
Kimse yok dedim. Herkes gitti, daha demin
Biz neden buradayız o zaman?
Bekle! Bak! Duyuyor musun?
Neyi?
Kuşlar kollarından çekiştiriyor düşlerimizin
Televizyonun üstündeki, annem işlemeli, dantelli örtüyü çekiştirdim.
Gidiyorum dedi.
Sen de mi? dedim.
Evet dedi.
Git! dedim.
Elindeki bibloyu fiskos masasının üzerine bıraktı.
Dur! dedim. Yalan söyledim.
Baktı yine öylece. Öyle uzak. Karnım ağrıdı sonra. Böyle anlatılır gibi değil.
Bu girdiğin kaçıncı ev? dedi.
Bu girdiğin kaçıncı düş? dedim.
Ne arıyorsun? dedi.
Sustum. Gitme! dedim işte, Ne diyeyim?
Düzelirim, artık resimlerle ve ağaçlarla konuşmam yemin ederim
Sustu, baktı.
Bu sefer gidiyorum dedi.
Bak, daha yeni geldik. Dedim.
Buradan güneşi izleriz, burada kahve içeriz, Portekiz yine yenilir
Yemin ederim, odada kahve kokuyordu. Bilindik tavında dövüleninden.
Yemin ederim dedim. Aslında mizacım böyle değildir.
Hoşça kal dedi.
Ama kahve kokuyordu oda yemin ederim. Dayımın Batı Almanyasından
Güvercinler uğuldaşıyordu biliyorum, Zerdaliler salınıyor, örtüler ritim tutmuyordu biliyorum.
İnanmadı, bağırdım.
Gitme! dedim. Parmaklarımın ucunda karanlık boşluğa baktım.
Topuklarının üzerinde döndü. Zaten bir o kaldı aklımda.
Bir de merdivendeki yankısı.
Gidişi en çok basamakları acıtmıştır. Arayıp sorabilirsiniz.
Bence acımıştır, böyle topuklarını vura vura.
Gitme! dedim.
Sustu, bakmadı bile.
Bağırdım ardından. Büyük dedem bana bakıyordu Saddam ölürken.
Annem görse çok kızar
Duymadı bile, sustu, gitti öylece.