Safari ve Seyir Defteri

Lanetin akustik prensesi bir hancı edasıyla baldırlarıma dokundu. Etim yarıldı. Kanım titredi. Sen tüyün duyumsamadaki repertuarını ezberlerken; benim, doruklara olan inancım, mağaraya olan imgeleme gücüm arttı.

yazı resim

Önce ayakların vardı. Sabrın yalın fahişeleri ayakların. Seni ilk hissettiğim yer orası. Bir ırmaktan yeni çıkmış gibi ürkektiler. Bir avcı mı gördüler acaba? Yoksa ak mintanlı bir can alan mı? Nedendi, bilemedim!. Mesela ben, hiç silah taşımadım. Kâğıttan gemiler yapardım ırmak boyunca. Hepsinde teninin kokusu, gece ateşleri, danslar ve şangırdayan halhalın…
Hadi tırmanalım. Pençesinde yangınlar taşıyan alaz kartalı izleyelim.
Lanetin akustik prensesi bir hancı edasıyla baldırlarıma dokundu. Etim yarıldı. Kanım titredi. Sen tüyün duyumsamadaki repertuarını ezberlerken; benim, doruklara olan inancım, mağaraya olan imgeleme gücüm arttı. Katsayının temasa paralel olduğunu, iki anahtardan birinin kapalı olsa da akım hızının değişmediğini söyleyen Edison’un, oradan geçmekte olan gemilerimizden birine bunu yazılı olarak verdiğini ve Afrikalı maceraperest delikanlıların kabile şeflerinden bu sırrı öğrenmek için büyüye başvurduklarını anlatıp duran ince mi teli prenses, henüz dizlerine ulaşmıştı ki kıvrılan iki yılan bacaklarımızın, beslenmek için bir güvercini nasıl sindire sindire yuttuklarına tanık oldu. Doğa, onun boynuna bir zincir taktı!..Anladı!..
Hadi tırmanalım. Her üç adımında dönüp bir şeyler söyleyen aksakallı, asalı, ak masallar taşıyan çıplak rahibi izleyelim.
Büyüyen kara parçalarında, bir muştu gibi volkanların patlayacağını, dans ile, ezgi ile söyleyen dudağının sarkan çingenesi, yükselen balık burcundan astı kendini. Sağ elimde onun intiharı kaldı. Parmak uçlarımda yürüdüm sonra. Çok hassas, çok duyarlı olmuşlardı. Hemen sonra arzular, kıvılcımlar toplandı. Yedi canlı kedi adına, üç defa;’’ cesaret! Cesaret! Cesaret!’’ diye bağırdılar. Ama korktum. Yorgana sarındım. Sen sustun, duaya sarındın. Ben kardeşinin derin ve uzun soluğunu alnımda hissettim. Sen, yağmur yağsın istedin, ıslanmak istedin. Ben, bunu gördüm; bunu bildim. Ve sana bulutlarla geldim.
Hadi tırmanalım. Soluğu keskin, görkemi dingin, zehrini çoğaltmış akrebi izleyelim..
Çizgilerinde mitoloji taşıyan aksak sütunlar, derinleştikçe kendilerine dönüyorlardı. Ve derinlik ıslaktı. Karanlıktı. Kaygandı. İnleyişti. Varoluşun totem olmuş ayiniydi. Parmaklarım, zikrin ve salâvatın tespih taneleri gibi, ateşe düştü ve eridi. Öz maddesine bulanan parmaklarım, vaftiz anı boyunca birer birer eridiler. Sonra da ateş büyüdü.
Hadi tırmanalım. Sesimizin kapatıldığı yerde kana susayan, kapılarımızdaki zincirleri kemiren, iki dağ bir vadi ve koca ova diye gezinen yabanıl ruhları izleyelim.
Sisin içinden geçerek gelip durduğumuz yer, sırat köprülerini çoğaltarak çıkmaya çalıştığımız yer olmuşken; iki cet, kardeşinin şişlerine dizildi. Sen pişir, ben günah biriktireyim. Sen geceye sığın, ben biraz daha büyümeye çalışayım. Pamuk göğün ağırlığında, sana sunduğum her zevkin yüzük parmağına kına sür ve bana, davulun sesini bırakmadan uyuma sakın!
Hadi tırmanalım. Birbirimizi, ilk vedadan sonra bir daha bulmak için geçtiğimiz yollarda bıraktığımız işaretleri izleyelim.
Bindiğimiz zeppelin, iki dağ öncesi bir kentin barok kavşağının rüzgârında salınırken, kuşlar, taşa tuttu bizi. Alaz kartal, yangınında ışımaktaydı. Sonra küle döndü. Rahip’e baktım. Asasından dökülen masallar kara bir kutuya konuluyor ve korsan bir geminin kara şapkalı kaptanına veriliyordu. Bu korsan ayinin, böyle bir kara parçasında iki dağ öncesi bitmesi gerektiğini söyleyen akrebin, karnıma batan iğnesinde yüzünün dökülmekte olduğunu görünce, tırmanışın bittiğini anladım. Artık, yabanıl ruhlar gezinsin o derin vadide..
Gayrı duralım.

Başa Dön