Her yaz geldiğinde mutlaka Türkiyeden ağabeylerim, ablalarım, akrabalarım veya hatırı sayılır misafirlerim gelir.
Onların gelmesiyle, hep birlikte Kıbrıs turuna çıkarız. Deyim yerindeyse adanın altını üstüne getiririz. Bizim için de farklı bir gün olur. Günlük, sıkıcı yaşamdan bir dem de olsa uzak kalırız. Adeta Kıbrısı yeniden keşfederiz.
Bu defa da ablam Müjgan ile birlikte onun emekli öğretmen arkadaşı Naile Hanım Kadirliden geldi. Müjgan Ablam, emekli PTT memuresi. Daha önce birkaç defa gelmişti ama arkadaşı ilk defa geliyordu. Bu nedenle o daha çok heyecanlıydı.
Ercan Havaalanından aldım onları. İlk şaşkınlıkları arabaya bindiklerinde oldu. Direksiyonun sağ tarafta olması ve yolda sol şeritten gitmemiz hayli şaşırtmıştı onları. Ablam bir nebze alışıktı ama Naile Hanım çok heyecanlanmıştı: Arabalar sanki üzerime üzerime geliyor diyerek ilk tepkisini ortaya koymuştu.
4 gün kaldılar. İlk gün dinlendiler. Annemle ve kız kardeşim Hediye ile uzun sohbetler yaptılar. O gece adeta hiç uyumadılar. Geçmişi olduğu gibi halde yaşadılar. Meğer insan konuştukça ne kadar çok şey hatırlarmış. Unutuldu zannedilen olayların hiç biri unutulmuyormuş oysa
İkinci gün, Karpaz gezisi yaptık. Şehitlikleri, Salamis Harabelerini gezdik. Muratağa, Sandallar ve Atlılar Şehitliklerinde gözyaşlarını tutamadılar. Hele de 10 günlük, 1 aylık çocukların ismini görünce ağlamaktan kendilerini alamadılar. Hepsine dualar okudular. Katliam çukurunda ise onca insanın diri diri çukura gömüldüğünü öğrenince Bu kadar vahşet olmaz dediler.
Salamis Harabeleri de çok dikkatlerini çekti. Jimnasyumda bulunan sütunlar ve antik tuvaletler dikkatlerini çekti. Tabii o dönemim tuvalet anlayışını duyunca da gülmekten kendilerini alamadılar.
Öğleden sonra Mağusa turu ve Namık Kemal Zindanı unutulmaz oldu onlar için. Mağusanın her yerinde tarih fışkırıyordu. Venedikliler, Lüzinyanlılar ve Osmanlılardan kalan eserler büyülüyordu. Bu kadar kültür nasıl olmuştu da iç içe girmiş ve tüm bu kalıntılar günümüze kadar gelmişti.
Mağusa Kalesi de bütün ihtişamı ile selamladı onları. Etrafındaki çukur ürperti verdiyse de güzel bir gün geçirmenin mutluluğunu yaşadılar.
Üçüncü gün Lefkoşa gezisi yapıldı. Venedik Sütunu, Büyük Han, Selimiye Camii, Saçaklı Ev, Arap Ahmet Mahallesi, Arasta, Lokmacı Barikatı Kapısı, ve cumbalı evler gezildi. Yeşil hat kısmındaki Ledra Palace gözlemlendi. Köşklüçiftlik ve Dereboyu araba ile tur atılarak gezildi. Son olarak Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaşın mezarı ziyaret edilerek kendisine dualar okundu. Burada misafirlerin her ikisi de gözyaşlarına hakim olamadı. Merhum Denktaşı çok sevdiklerini, Onun büyük bir devlet adamı olduklarını belirttiler.
Küçük bir Gönyeli turundan sonra Mağusaya geri dönüldü.
Dördüncü gün ise Güzelyurt ve Girne gezisi vardı planda. Önce St Hilarion Kalesi gezildi. Bu geziye kız kardeşim Hediyede katıldı.
Türkiyede meşhur olan ve adeta efsaneleşen tanka gidildi. Tabii arabada gidene kadar duydukları efsaneleri anlattılar. Tabii tankı yolun kenarında görünce ve gerçekle yüzleşince biraz hayal kırıklığı yaşadılar.
Burada en ilginç yan ise dağın başında, dar geçitlerden ve uçurum yanından ilerlerken korku yaşamaları idi. Özellikle karşıdan bir araç geldiğinde korkuları yüzlerinden okunuyor, adeta çığlık atarcasına Aman aman! diye bağırıyorlardı. Ben de biraz daha heyecan vermek için Aman bildiğiniz bütün duaları okuyun. Ayetül Kürsüyü en az 3 defa okursanız bela bizden uzak durur diyordum. Tabii hepsi bildiği bütün duaları okudu.
Tanka az kaldı levhasını görünce sevindiler. Ama bundan sonra neredeyse yarım saatten fazla daha gidince Nerede kaldı bu tank? demekten kendilerini alamadılar.
Geri dönmeyip Lapta yolundan Güzelyurt tarafına yöneldik. Yol üzerinde bulunan Mavi Köşkü ziyaret ettik. Burada rehberler eşliğinde Köşkün bütün özelliğini öğrendiler. Bu da onlara ayrı bir heyecan verdi. Çok beğendiler
Güzelyurt şehrini küçük bir turla bitirip Girneye döndük. Yavuz Çıkartma Plajı onlar için eşsiz bir güzellik içindeydi. Resimler çekilip Girne yat Limanına gittik. Burasını görünce ikisi de Aaaa Harika! demekten kendilerini alamadılar. Şehir içinde yaptığımız turdan sonra akşam olmak üzereydi. Hiç yemek yememiştik. Dağ Yoluna gidip tam doruktaki restaurantta yemek yedik.
Burada Beşparmak Dağlarının nasıl oluştuğu efsanesini anlattım. Dağı el biçiminde görünce şaşkınlıktan neredeyse dillerini yutacaklardı. Gerçekten de ele benziyor. Ne kadar güzel bir manzara dediler.
Akşam yemeğimizi yedik. Dinlendik. Çay ve kahvelerimizi de içtikten sonra hava kararmaya yüz tutarken Mağusaya dönmek için yola koyulduk. İşte tam bu esnada Lefkoşanın o muhteşem güzelliği kendini gösterdi. Lefkoşa ışıkları ikisini de büyüledi. Dağdan inene kadar o güzelliği teneffüs ettiler.
Eve geldiğimizde bana teşekkür ederek Bu güzel 4 günü hiç unutmayacağız dediler. Yorulmuştum ama güzel bir gezi olduğundan hemen unutuvermiştim bu yorgunluğu
Bu gün de yola çıkıyorlar. Sizler bu satırları okurken onlar Adana Uçağına binip son defa gökyüzünden Kıbrısın güzelliğini izleyecekler
Müjgan ve Naile Hanımları Ağırladık
İkinci gün, Karpaz gezisi yaptık. Şehitlikleri, Salamis Harabelerini gezdik. Muratağa, Sandallar ve Atlılar Şehitliklerinde gözyaşlarını tutamadılar. Hele de 10 günlük, 1 aylık çocukların ismini görünce ağlamaktan kendilerini alamadılar. Hepsine dualar okudular. Katliam çukurunda ise onca insanın diri diri çukura gömüldüğünü öğrenince Bu kadar vahşet olmaz dediler. Salamis Harabeleri de çok dikkatlerini çekti. Jimnasyumda bulunan sütunlar ve antik tuvaletler dikkatlerini çekti. Tabii o dönemim tuvalet anlayışını duyunca da gülmekten kendilerini alamadılar.