Sibel
Dönemin son zili artık çalıvermişti. Artık lise mezunu bir genç olarak hayatın yeni maceralarına yelken açma vakti gelmişti. Birçok hayali vardı Sibelin tıp ki diğer yaşıtlarının da olduğu gibi. Bir üniversiteye gidecek ve iyi bir hukukçu olmak için çabalayacaktı. İstanbulun dar sokaklı bir mahallesinde oturuyorlardı. Babası adeta İstanbula Anadoluyla birlikte gelmişti. Bir keresinde veliler ve öğrencilerin davet edildiği okul kaynaşma toplantısına vaktinden biraz geç gelmişti. Ve hiç aldırış etmeden kızı Sibel ile birlikte tenha bir köşede oturmuştu. 1990ların ortalarında Malatyanın Hekimhan ilçesinden İstanbula göç etmişlerdi. Babası yıllarca Eminönü ve Kadıköy de işportacılık yapmış kimi zaman ise dönemin parlayan furyalarından biri olan pazarlamacılık sektöründe çalışmıştı. Annesi ise çok iyi bir insandı. Herkesin seveceği birisiydi. Yüzünden hiç eksilmeyen tebessümü ile adeta ailenin enerji kaynağıydı. İki yıl evvel git gide betonlaşan bu şehrin artık sıradanlaşmış olan hafriyat kamyonunun kendisine çarpmasıyla hayatını kaybetmişti. Ailesi iki yıldır bütün hukuki yolları kullanmaya çalışarak kamyon şoförünü ve şirketi cezalandırmak için çabalıyordu. Bütün maddi sıkıntılar içinde bir de bu durumla uğraşıyorlardı.
Sibel ne kısa ne de uzun biriydi. Kalın kaşları ve uzun saçlarıyla her zaman kendisini belli eden bir görünüşü vardı. Tam bir Anadolu yansıması! Sibelin üç ağabeyi ve bir de kız kardeşi vardı. Ağabeyleri Fırat, Resul ve Mehmet inşaatlarda çalışıyorlardı. Lise okumadan direkt İstanbulun o telaşlı karmaşasının içine atlayıp yıllarca birçok işte çalışmışlardı. Fırat uzun boylu sıska ve hafif kamburlu biriydi. Boya ustasıydı. Resul ise bodur uzun sakallı ve hafif kilolu biriydi. Onun işi de duvarcılıktı. İyi bir kalfaydı. Ailesi Resulü kaybedeli henüz altı ay bile olmamıştı. Resul inşaatta dış duvarı döşerken otuz yedinci kattan düşmüş oracıkta can vermişti. Olay yerindeki tespitler her ne kadar Resulün ihmalsizliğinden kaynaklandığını belirtse de ailesi firmanın bina etrafına döşemediği ağlardan dolayı can verdiğini düşünüyorlardı. Kim bilir belki de Sibelinde iyi bir hukukçu olma hayali bu olaydan kaynaklanıyordu. Mehmet ise ela gözlü uzun boylu esmer biriydi. Daha yeni yirmisine basmıştı. Onun işi ise elektrikti. Bir gün inşaatta meydana gelen bir kaza sonucunda elektriğin birden kısa devre yapıp bir patlama yaratmasından son anda kurtulmuştu. Bir arkadaşı ise o patlamada hayatını kaybetmişti. Her yıl bir mayısta alanlarda olurdu. Hiçbir zaman aksatmazdı. Sibele her zaman canım kardeşim işini, ekmeğini, hakkını ve iş arkadaşlarını koruyacaksın. Ve bu değerlere sahip çıkacaksın. Hayat her şeyden önce bir mücadeledir. Ayakta kalma mücadelesi. Derdi. Sibel abisi Mehmete çok hayranlık duyardı. Çünkü Sibelin okuması için ailede en çok çaba eden kişi Mehmetti. Birkaç işçi eyleminde gözaltlarında günlerce kalmıştı. Babası hiçbir zaman ona sahip çıkmamış umurunda bile olmamıştı. Hatta ilk gözaltına alındıktan sonra babasını onu evde dövmüştü. Ama Mehmet hiçbir zaman geri adım atmamıştı. Sibel ailesinin içinde birçok acıyla karşılaşmıştı. Babasının Mehmete komünist allahsız diyerek kemeriyle ona vurduğu halen Sibelin gözleri önünde canlanmaktaydı.
Annesi hayatını kaybettikten sonra evin tüm yükü Sibelin sırtındaydı. Kimi zaman ev işlerinden vakit bulamaz okula bile gidemezdi. Erken yaşta saçlarının arasına beyazlıklar girmeye başlamıştı. Kız kardeşi hilal ise daha yeni ortaokula başlamıştı. Minyon bir çocuktu yaşıtlarından daha küçüktü. Kısa ve küt saçlarıyla oldukça şirin bir çocuktu. Zehir gibi zekâsı vardı hocaların tahtaya yazdığı matematik problemlerini hoca daha yerine oturmadan çözüyordu. Hatta geçen yıl İstanbulda düzenlenen ilkokul ve ortaokullar arası matematik yarışmasında ikinci gelmişti. Sibel kardeşi hilale her konuda yardımcı oluyordu. Hatta annesi hayatını kaybetmeden önce tatillerde çalışmak için gittiği bodrum konfeksiyonlarında biriktirdiği paralar ile kardeşine hikâye ve matematik kitapları alırdı. Ayrıca hilal çok iyi flüt çalardı. Onun en büyük hayallerinden biri ilerde iyi bir düzeyde yan flüt çalmaktı.
Üniversite sınavına artık sayılı günler kalmıştı. Sibel bütün bu hengâmelerden bulduğu kısıtlı vakitlerde sınava hazırlanmaya çalışıyordu. Yaşıtları her gün okul bahçesinde top oynarken o sınıfta sadece ders çalışıyordu. Çünkü evde vakit bulamıyordu.
Sibelin annesi hayatını kaybettikten sonra babası Rüstem bir hayli değişmişti artık eskisinden de huysuz ve gıcık bir insan profiline bürünmüştü. Resulün de hayatını kaybetmesiyle babası iyice çığırından çıkmıştı. Artık çalışmıyor öğlen vakti Sibeli ve Hilalı azarlayarak kalkıyor doğru düzgün kahvaltı yapmadan çıkıyordu evden. Bir sigara fabrikası nasıl kokuyorsa Sibelin babasının odası da öyle kokuyordu. Sibel her gün odayı havalandırsa da bu pek etkili olmuyordu doğrusu. Günde dört paket Maltepe içen bir insanın psikolojisi normal değildir. Belli eder hemen kendini. Akşama kadar kahvehanelerde takılıp geniz yakan bir sigara kokusuyla eve dönerdi. Hele ki kış aylarında paltosu o kadar sigara kokardı ki bir çırpışta belki yüz paket sigara kokusu çıkardı. Mahalleli de Rüstemin bu halinden bir hayli rahatsız olmuşlardı. Evde çocuklarına huysuzluk yaptığı kadar mahalleliye de yapardı. Özellikle kapıcı Enveri günlük iki veya üç kez azarlamadan geçmezdi. Her akşam yemeğinde Fırat, Mehmet, Sibel ve Hilale karışırdı. Sofrayı bağırmadan terk etmezdi. Konuştuğu bir kadın vardı. Her gün saatlerce onunla telefon görüşmesi yapar faturaları da garibim Fıratın üstüne yığardı. Neyse ki içkisi yoktu. Yoksa durum içinden çıkılmaz bir hal almış olacaktı. Konuştuğu kadının adı Halideydi. Kocasından boşanmış Edirneli bir kadındı. Rüstem evdeyken Halide ile telefonda hiç konuşmazdı. Bu yüzden evdekilerin haberi de yoktu ama Sibel gelen telefon faturalarından böyle bir durum olabileceğinden şüphelenmişti.
Ne yazık ki Rüstem eşinin vefatının ardından sadece iki yıl dayanabilmişti. Bir akşam yemeğinde çocuklarına Edirneli Halideden bahsedip onunla evleneceğini söylediğinde, çocukları ani bir şok geçirmişti. Sibelin gözleri hemen doluvermişti ve direkt odasına geçip ağlayıvermişti. Mehmet ise soluğu mezarlıkta almış annesinin mezarı başında ağlamıştı. Akşam vakti korkmadan girivermişti o karanlık ve puslu mezarlığa. Fırat ve Hilal ise aslında bu durumu pek umursamamışlardı. Ertesi gün Rüstem ve Halide belediye de nikâh kıydıktan sonra eve gelmişlerdi. Halide eşyalarını yatak odasına birer birer yerleştirdiği esnada Sibel odasından hiç çıkmamıştı. Birden Rüstem içeri girerek Sibeli zorla odadan çıkarıp Halideye yardım etmesini ona emretmişti. Sibel ise bunu yapmayacağını söylemesi üzerine babası Sibele güçlü bir tokat atarak onu yere sermişti. Dudağı kan içinde Sibel ağlayarak odasına kaçmış ve kapıyı üstüne kilitlemişti. Açıkçası bu durum Halidenin pek de umurunda değildi. Sarıyla boyatmış saçları ince uzun bacakları ve ayaklarından topukluyu eksik etmeyen bir kadındı. Doğrusu Rüstem in Anadoluluğundan bir hayli uzak bir karakterdi.
Rüstem geniş omuzlu göbekli esmer ve kaşları birleşik saçları şakaklarından hafifçe beyazlamaya başlamış pos bıyıklı birisiydi. Rüstem ve Halide adeta doğu ve batıydı, siyah ve beyaz ama her ne nedense beraberlerdi. O akşam herkes evde sustu. Kimse konuşmuyordu. Mehmet Sibele odasından çıkması içinde kapının önünde oturup ona adeta yalvarıyordu. Bu sırada hilal ise televizyondan çizgi film izliyordu. Ertesi sabah Sibel erkenden kalkmış ve üniversite sınavına girmek için evden çıkmıştı. Tüm bu olaylardan sonra nasıl bir azimdir bilemiyorum doğrusu. Sınavı her şeye rağmen iyi geçmişti. Mehmetin kapının altından attığı harçlıkla sınavdan sonra Kadıköye gidip Moda Sahilinde güneş batana dek ufka bakmış birkaç midye yiyip akşam eve geri dönmüştü. Halide akşam bütün çocukları bir araya getirerek artık bu evde o ne derse yapılacağını emrediyordu. Bu durum Fırat ve Mehmet için pek önemli değildi. Ama Mehmetin de zoruna gitmiyor değildi. Sibel o akşamdan sonra evde pek vakit geçirmemek için tam zamanlı olarak yeniden konfeksiyonlarda çalışmaya başladı. Halide Sibeli sevmiyordu ve evde olmasına tahammül edemiyordu. Çünkü Sibel, Halidenin evdeki otoritesini zayıflatıyordu. Bunu fark eden Halide Rüstemin de aklına girerek Sibeli evlendirmek gerektiğini söylüyordu. Halide gizliden Sibel için bir koca arıyordu. En sonunda uzaktan bir akrabası olan Ferhatın arkadaşı yaşlı bir adam ile Sibeli evlendirmeyi planlamıştı. Ve Rüsteme o adamın varlıklı olduğunu söylemiş ve onu kandırmıştı. Rüstem ise Halideyi destekleyerek zaten eşek kadar oldu. Bize yük olacağına başka bir herife yük olsun demişti bile. Sibel daha tam olarak on sekizine bile varmamıştı bile. Adam ise altmış yaşlarında birisiydi. Ferhat aracılığıyla adama haber gönderen Halide Sibelden habersiz bir şekilde istemeye çağırmıştı.
Konfeksiyondan eve dönen Sibel kapıdan girer girmez Rüstem ona yarın görücüler gelecek senin için dedi. Sibel Ama baba ben evlenmek istemiyorum diye bağırıverdi. Rüstem kıvrak bir cevapla ben zaten sana kıyar mıyım? Bu genç yaşında seni ellere verir miyim? dedi. Ve ardından sadece ayıp olmasın gelsinler ben vermem giderler dedi. Bu durumdan sonra biraz rahatlayan Sibel direkt odasına geçip uykuya dalmıştı. Rüstem Sibeli kandırmıştı. Sabah olduğunda uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra öğle vaktini bekledi. Görücüler öğlen gelecekti. Fırat ve Mehmet o akşam eve gelmemişlerdi. Karşıdaki arkadaşlarının evinde kalmışlardı. Bu yüzden haberleri de yoktu. Halide ve Rüstem için bu iyi bir fırsattı. Kapı zili çalar çalmaz Halide hemen koşup kapıyı açmıştı. Dar bir etek giyip altına da uzun topuklu bir ayakkabı çekmişti. Sibeli istemeye giren adam ve Halidenin akrabası Ferhat içeri girmiş salona çoktan oturmuşlardı bile. Sibel ise odasında endişeli bir biçimde oturuyordu. Kırmızı güllerden yapılma koca bir buket ve oldukça pahalıya benzer bir kutu çikolatayı Halide adamın elinden hemen kapıvermişti bile. Rüstem ani bir çeviklikle salona girip gelenlere hoş geldin etti ve ellerini bir araya getirerek koltuğa oturuverdi. Sibeli istemeye gelen adam saçında tek bir tane bile saç kalmamış keçisakallı ve omuzları artık önüne düşmüş hafif kilolu birisiydi. Kendinden emin oturuşuyla zengin olduğunu bir hayli belli ediyordu. Kim bilir kolundaki saat kaç bin Türk lirasıydı. Halide gelenlere hoş geldiniz dedikten sonra hızlıca Sibelin odasına gidip onu ani bir refleksle tutup mutfağa doğru çekiverdi. Ve kahveleri tepsiye koyup Sibelin eline verdi. Sibel titreye titreye sanki hayatında ilk kez bir tepsiyi tutarcasına acemi bir şekilde adım adım salona doğru ilerliyordu. Salondan içeri girer girmez adamın bakışı direkt Sibelin üzerine çevrildi. Sibel ise başı öne eğik bir halde kahveleri birer birer dağıtım yine başı önde bir halde kapının kenarındaki sandalyenin üzerine oturdu. İçi içini yiyordu babası evet diyecek diye. Çünkü her ne kadar babası olsa bile Rüsteme güvenmiyordu. Ferhat malum konuyu açıp söze girip ve devam etti Allahın emri, peygamberin kavliyle kızınızı Ahmete istiyoruz dedi. Sibel başını kaldırmış babasının iki dudağının arasından çıkacak kelimeleri telaşla bekliyordu. Tam da bu arada Rüstem Hayırlısıyla kızımız sizindir dedi. Sibel bu cümleyi işitir işitmez ani bir şok geçirmişti. Yüzü bembeyaz kesilmişti. Sanki o an esmerliğini kaybedivermişti. Tepsiyi yere atıp doğru odasına koştu ve içeri girip kapıyı üstüne kilitledi. Ahmet şaşkın bir şekilde ne oluyor neden böyle yaptı dedi. Rüstem heyecandan ne yapacağını şaşırdı garibim diyerek karşılık verdi. Söz konusu başlık parasına gelmişti. Rüstem Ahmet bey siz şimdi bilmezsiniz bizim geleneklerimiz göreneklerimiz vardır. Ve bizde bunlara uyar ona göre işimizi yapar, o kanunlara göre hayatımızı idame ettiririz. Ve geleneğimiz bize diyor ki eğer kızını evlendireceksen başlık paranı alacaksın, süt paranı alacaksın. Sibel2in elinden her iş gelir bu zamana kadar onu kolay büyütmedik. Nice masraflar yaptık. Okuttuk. Ev işinden tut çalışmaya hayatına kadar her işi yapar. İyi kötü lise tahsili de var. Ona göre bir fiyat belirledik. Sibelin başlık parası yetmiş bin liradır. Annesi rahmetli oldu bundan iki yıl evvel, onun hakkı da var süt parası ise on bin liradır. Ahmet elini ceketinin iç cebine atarak hemen çek koçanını çıkarı verdi ve seksen bin liralık çeki yazıp Rüsteme uzattı. Rüstem mutluluktan havalarda uçuyordu. Ahmet Bir aylığına yurtdışına çıkmam gerek döndüğümde direkt nikâhı yaparız. Ve ardından düğünü yaparız dedi. Rüstem başüstüne Ahmet bey diye karşılık verdi. Rüstem ve Halide görücüleri uğurladıktan sonra evin içinde mutluluktan bir oraya bir buraya zıplıyorlardı.
Tüm bu olanlar sırasında Sibel elinde annesinin resmiyle odasında oturup ağlıyordu. Rüstem ve Halide mutluluktan Sibeli bile unutmuşlardı. Hilal ise dışarıda arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Akşam olduğunda Fırat ile Mehmet işten öyle bir yorgunlukta gelmişlerdi ki yemek yemeye bile mecalleri yoktu. Mehmet sofraya geçmeden önce Sibelin odasının kapısını tıklatıp içeri girmek istiyordu. Sibel kapıyı açıp abisi Mehmeti içeri aldı. Ağlamaktan yaş pınarları kurumuştu artık. Mehmet ne oldu diye sorduğunda babamla Halide beni zorla evlendiriyorlar. Bugün görücüler geldi babam seni vermeyeceğim dedi ama beni kandırıp onlara sattı ağabey deyip Mehmetin kollarında ağlamaya başladı. Mehmet sinir küpü olmuştu. Bu nasıl olurdu? Bir insan nasıl olurda böyle çığırından çıkabilirdi? Diye düşünüyordu. Bağırarak mutfağa doğru gitti ve Rüstemin üzerine doğru yürüdü nasıl yaparsın bunu sen nasıl bir babasın diyerek ona bağırıyordu Fırat ve hilal ise durumun ne olduğunu anlayamamış bir şaşkınlıkla Mehmet ile Rüstemi izliyorlardı. Rüstem aniden kalkıp Mehmete hızlı bir tokat attı dengesi sarsılan Mehmet yere düştü. Rüstemin eli gerçekten de çok ağırdı. Ve ardından bir tekme de atarak sana mı soracağım it diye Mehmete bağırdı. Mehmet tam bu anda Sibeli satmana izin vermeyeceğim diye bağırdı. Rüstem Mehmete yıkıl karşımdan diyerek yakasından tutup kapı dışarı etmişti. Tüm bu olanlardan sonra Sibel iyice odasına çekilmişti. Aklından intihar planları geçiyordu. Komidinin çekmecesini açıp ne kadar ilaç varsa önüne koymuştu. Endişeli bir haldeydi. Vücudu ısınmaya başlamıştı. Soğuk sular üzerinden iniyordu. Korkuyordu. Ellerli adeta bir savaşın orta yerindeymiş gibi tir tir titriyordu. Annesinin fotoğrafını eline almış boş boş bakıyordu. Mehmet ise perişan bir halde akşam vakti sokağa düşmüştü. Otobüse atlayıp Çamlıcaya gelmişti. Sinirli ve üzgün bir halde bir tekele girip birkaç bira alıp ıssız bir yere gidip bira içecekti. Belki de biraz yatışmak istiyordu. Elindeki siyah poşetle bir yokuşta yukarı doğru çıkarken karanlıkta yüzleri belli olmayan iki genç önünü kesip elindeki poşeti zorla alıvermişlerdi. Mehmet o anda hiç direnmemiş poşeti onlara uzatıvermişti bile. Arkadaşı Faruku arayıp gece onda kalmaya geleceğini söylemişti. Beş parasız bir halde Farukun evinin yolunu tutmuştu. Fırat ve Hilal ise babalarından çok korktukları için bir şey diyememişlerdi. Ama içleri içlerini yiyordu.
Sibel biran durdu ve düşündü. İntihar etmek bu durumdan kaçıştı. Eve pes etmekti. Eve aniden önündeki ilaçları kaldırarak tekrar yerine koydu. Sabaha kadar bu durumdan nasıl kurtulabileceğini düşündü. Rüstem ve Halidenin onu bu durumda evden çıkarmayacaklarını biliyordu. Bunun için kısa süreli bir oyun oynayacaktı. Sabah olduğunda uyanıp babasını yatak odasından kendi odasına çağırdı. Rüsteme dün gece çok düşündüm. Bence benim için en iyisi o adamla evlenmek olacak dedi. Rüstem Sibeli alnından öperek aferin kızım artık yavaş yavaş düğün hazırlıklarına başlayabiliriz dedi. Sibel ise kafasını sallayarak olur demişti. Mehmet o gün işe gitmemişti. Faruktan aldığı parayla eve gelmişti. Kapıyı çalmış ve Sibel gayet mutlu bir görünüşle kapıyı açıvermişti. Sibelin bu tavrına bir hayli şaşıran ve sinirlenen Mehmet birden kapıda donuvermişti. Sibel içeri buyur etmiş gel ağabey sana anlatacaklarım var demişti. Mehmet içeri girdikten sonra Sibelin arkasından odaya girerek bir gecede ne oldu sana? dedi. Sibel kısık bir sesle bilerek böyle davranıyorum ağabey çünkü diğer türlü beni asla dışarı çıkarmazlar dedi. Mehmet tebessüm ederek seni üçkâğıtçı diye karşılık verdi. Sonrasında Sibel ağabeyine başka bir şehre gitmek için evden kaçması gerektiğini anlattı.
Mehmet birkaç gün sabredip bir şeyler ayarlayacağını söyleyip. Banka kartını alıp evden çıkıverdi. Aksarayda tanıdığı Afgan adam vardı. Oraya gidecekti. Sibele akşama kadar beklemesini söylemişti. Aksaraya vardığında Afgan adamın dükkânına girdi. Merhabalaştıktan sonra Afgan Raşid Mehmete neden geldiğini sordu. Mehmet ise kardeşimi Avrupaya yollamak istiyorum dedi. Halıların ve kilimlerin arasından geçerek Afgan Raşid ile birlikte gizli ofise girdiler. Raşid Mehmete bu işin artık pahalı olduğunu söylemişti. Ve risklerini anlatmıştı. Mehmet ise ne olursa olsun kardeşini göndermekte kararlı olduğunu belirtmişti. Duman altı olan ofiste Raşidle Mehmet arasında hararetli konuşmalar geçiyordu en sonunda Raşid ile üç bin beş yüz dolara anlaşmıştı. Raşid üç hafta sonraki ilk Pazar günü kaçak geçişin yapılacağını söylemişti. Edirnenin Uzunköprü ilçesinin bir köyünün kırsalından gece Meriç Nehri üzerinden Yunanistana geçilecek oradan da bir araçla Atinaya götürülecek ve oradan da bir araçla Parise götürüleceklerdi. Mehmet hemen kabul edip yakındaki bankadan para çekip beş yüz dolar kaporayı Raşide vermişti. Hemen bir internet kafeye gidip Facebook üzerinden 1980lerde Parise siyasi nedenlerden dolayı kaçıp iltica eden amcasına mesaj göndermişti. Bu durumdan çok rahatsız olduğunu belirten amcası Halit, Sibele yardımcı olacağını söylemiş ve bir adres yazarak Mehmete Sibelin Parise geldiğinde bu adrese gelmesinin yeterli olduğunu söylemişti. Mehmet internet kafeciden bir kâğıt kalem alarak adresi yazmış ve evin yolunu tutmuştu.
Akşam eve vardığında Sibele durumu anlatmıştı. Sibel ise tedirgin bir cevapla her ne olursa olsun ben o gerzekle evlenmeyeceğim demiş ve kabul etmişti. Ertesi gün Mehmet Afgan raşide bin dolar daha götürmüştü. Yıllardır yaptığı bütün birikimini kardeşi Sibel için harcıyordu. Paranın geri kalanını ise Sibel Parise geçtiğinde ödeyecekti. Sibel bir yandan Halide ile birlikte yavaş yavaş düğün hazırlıklarını yaparken bir yandan da Avrupaya kaçışını planlıyordu. Halide ile yaptığı alışverişlerden kalan para üstlerini cebinde saklayıp her akşam kumbarasına atıyordu. Hatta Halideyle beraber kuyumcuya gidip kendisine altın bir kolye bile aldırmıştı. Bunların hepsini Parise gittiğinde yanında bir miktar parası olsun diye yapıyordu. Konfeksiyon zamanından biriktiği birkaç yüz lirayla birlikte toplamda bin liraya yakın bir parası vardı. Ahmet henüz yurtdışından dönmemişti. Aradan günler geçtikten sonra artık kaçış günü gelmişti. Raşid cumartesi Akşamdan Mehmeti aramış yarın saat dörtte Sibelin Aksaraydaki dükkânında olması gerektiğini söylemişti.
Sibel sabah erkenden kalkıp Rüsteme bugün sabah ağabeyi Mehmet ile beraber boğazda kahvaltı yapacağını söylemişti. Rüstem ise olur demişti. Halide bu durumdan şüphelenmiş gibi olsa da pek umursamamıştı doğrusu. Sibel ağlayarak kardeşi hilal ve ağabeyi Fırat uyurlarken öperek Mehmet ile birlikte evden çıkmıştı. Kadıköye inip güzelce bir kahvaltı yaptıktan sonra beraber biraz gezinmişlerdi. Saat dörde varmıştı artık. Raşidin dükkânının sokağına varmışlardı. Mehmet kardeşi Sibele sıkıca sarılıp cebinden beş yüz avro çıkarıp vermişti. İkisi de ağlıyordu. İkisi de umutluydu. Mehmet Sibeli Raşide teslim ettikten sonra çalıştığı inşaatın şantiyesine gitmişti. Bundan sonra orada kalacaktı. Bir süre eve gidemezdi. Çalıştığı şantiyeyi Fırat bile bilmiyordu. Çünkü son iki aydır Fıratla farklı yerde çalışıyorlardı. Raşid Sibeli bir arabaya bindirdikten sonra Edirneye yolladı. Hava öylesine bozmuştu ki bırakın bardağı kovadan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Fırtına ise cabası. Oradan da diğer kaçacaklarla birlikte bir kamyonun arkasında Uzunköprü ilçesine vardılar. Hava artık kararmaya başlamıştı. Yağmur dinmemişti ama artık ağır ağır yağmaktaydı. Saman dolu bir traktörün römorkuna bindikten sonra bir köyün kırsalından Meriç Nehrinin kıyısına vardılar. Fırtına devam ediyor her yer zifiri karanlıktı. Sibel çok korkuyordu. Çantasına sarılmış titriyordu. Yanındakilerin de ondan eksik kalan yanları yoktu doğrusu. Fars, Arap, Kürt, Afgan, Laz, birçok etnik kökenden insan Sibel ile beraberdiler. Römorktan indirilip nehrin kıyısına getirildiler. Nehir kızgın bir genç gibi karşı konulmaz bir şekilde akıyordu. Elbette çok zor olacaktı. Karşıda iki adam vardı. Onlar grubu Atinaya götürecek olanlardı. Traktörü süren adan bir halatı nehrin yanındaki ağaca sıkıca bağlayarak ucunu karşıya doğru fırlattı. Karşıdaki adamlardan biri hemen halatın ucunu tutarak oradaki bir ağaca bağlayıverdi. Sonra yavaş yavaş ve ikişer ikişer karşıya geçişler başladı. Halata tutunarak santim santim yürüyerek karşıya geçiliyordu. Normalde o kadarda zor olmayan bu geçiş o gününün yağmuru ve fırtınasının azizliğine uğramıştı. Sibel endişeli bir şekilde geçenleri izlerken suyun bu tarafındaki ve öbür tarafındakiler çevreyi kolaçan ediyorlardı. Karşıya geçenler hemen araca binip kuru elbiseler giyiyorlardı. Sıra Sibele gelmişti Sibel ıslanmasın diye çantasını omzuna bağlamıştı. Halattan sıkıca tutunarak korka korka ve yavaş yavaş karşıya geçmeye başlamıştı nehrin ortasına varmıştı bile. Nehir çok hırçın akıyordu. Birden bire nehrin taşıdığı bir kütük parçası arkadan Sibelin sırtına çarpıverdi. Aniden dengesini kaybetti ve bir eli halattan kayıp suyun içine giriverdi. Ne kadar çabalasa da halatı bir daha tutamadı. Ve yavaştan nefesi bitmeye başlıyordu. Suyu yutmaya başlarken oradakiler sadece izlemekle yetindiler. Sibel artık nefessiz kalmıştı. Ve bayağı su yutmuştu. Takati kalmamıştı. Diğer eli de halattan kaymıştı. Nehrin içinde savrula savrula gözden kaybolmuştu.
O gece Rüstem Mehmeti arayıp ulaşamıyordu. Ne Sibelden ne de Mehmetten bir haber alabiliyordu. Halide Rüsteme kesin kaçtılar başka bir şehre gittiler dedi. Rüstem hemen karakola gidip kızının ve oğlunun kaybolduğunu haber alamadıklarını belirtti. Sabah olduğunda Meriç durulmuştu. Sibelin cansız bedeni karaya vurmuştu. Onun cansız bedenini o sırada tarlasını kontrol etmeye giden bir çiftçi bulmuş hemen jandarmaya ihbar etmişti. Jandarma ekipleri Sibelin cansız bedenini siyah bir torbaya koyarak Edirne adli tıpa götürmüşlerdi. Kimlik teşhisi yapılan Sibelin haberi ailesine ulaştırılmıştı. Kendinden geçen Rüstem ne yapacağını bilmiyordu.
Fırat ve hilal ise ağlayıp kendilerini yerden yere vurmuşlardı. Halidenin pek umurunda değildi. Biraz bile yüreği sızlamamıştı. Kardeşinin ölüm haberini öğle paydosunda televizyonda öğrenen Mehmet şok geçirmişti. Edirnenin Uzunköprü ilçesi yakınlarında Meriç Nehri kıyısında genç Sibelin cansız bedeni bulundu diye geçiyordu haber. Olanlardan Mehmet kendisini suçluyordu. Vicdan azabı çeken Mehmet dayanamamıştı. Arkadaşları ne kadar teselli etmeye çalışsalar da ellerinden pek bir şey gelmemişti. Mehmet aniden kalkıp inşaatın içine girerek ağlaya ağlaya asansöre bini en son kat olan yirmi ikinci kata çıkmıştı. Arkadaşları onun intihar edeceğini tahmin etmişlerdi. Sinir ve üzüntüden tırnaklarıyla yüzünü kazımış kanlar içindeydi. Arkadaşları bir türlü Mehmeti ikna edememişlerdi. Mehmetin gördüğü en son şey yerdeki tuğla paletleriydi. Kendisini atmış ve intihar etmişti. Dünya birden bire bembeyaz bir hal almıştı. Soğuk. Sessiz ve ürkek bir haldeydi.
Rüstem Sibelin cenazesini almaya giderken karakoldan arayıp bu seferde Mehmetin intihar haberini ona iletmişlerdi. Ne yapacağını bilmez bir halde Edirneye varmıştı. Kahrolmuştu. Akrabaları ona yardımcı olmak için işlerini bırakıp cenaze ve defin işlemlerinde yardımcı oluşlardı. Mehmet ve Sibeli annelerinin yanına gömmüşlerdi.
Bir hafta sonra üniversite sınavının sonuçları açıklanmıştı. Sibel hukuk fakültesine yetecek kadar ve hatta İstanbulda ki bir üniversiteye bile yetebilecek bir puan almıştı. O günden sonra Ahmet parasını geri istemişti. Rüstem zamanla ödeyeceğini söylemişti. Halide Rüstemi terk ederek Ahmet ile birlikte olmaya başlamıştı. Hilal ise çocuk esirgeme kurumuna alındı. Ve Fırat ise İstanbuldan ayrılarak Ankaraya yerleşti. Rüstem ise içkiye verdi kendini. Avukata verecek parası olmadığından eşi ve oğlunun davalarından şirketlerin verdiği beşer bin lirayla şikâyetlerini geri çekti. İstanbulda adı pek bilinmeyen bir mahallenin pek bilinmeyen izbe bir bodrum arasında hayatta kalmaya çalıştı.
Sibelden geriye sadece defterine yazmış olduğu şu not kalmıştı.
Ben cellâdımı o gün babamın yüzünde görmüştüm. Şeytanı o gün babamın içinde görmüştüm. O iğrenç adama beni satarken. Hayallerimden umutlarımdan oldum. Ve şimdi yeni bir hayata pes etmeyerek yelken açıyorum. İlerde benim yaşadıklarımı başka genç kızlar da yaşamasın diye sonuna kadar mücadele edeceğim. Ve bir gün inanıyorum ki bir gün! Hiçbir genç kız satılır gibi bir erkeğe verilmeyecek. İşte bunun için mücadele edeceğim. Ben annemi kaybettiğimde babamı da kaybetmiştim.
Bundan sonra hiçbir genç kızın cellâdını babasının yüzünde görmesine izin vermemek için çabalayacağım!
SON
Sibel
Sibel erkek egemen sistemin ve gericiliğin kurbanı olan genç kızlardan sadece birisiydi. Her yıl birçok kız çocuğu Sibel gibi durumlar ile karşılaşabiliyor. Sibel celladını babasının yüzünde gören genç kızlardan biriydi...